STALİN DEVRİ ve KURBANLARI

Roza KURBAN

 

         Stalin Devri, insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birisidir. Stalin yönetiminin kanlı dönemi - cinayet, işkence, zulüm, tutuklama, hiç suçu olmadığı halde hapiste çürütülen insanlar, alçaklıklar, iftira, komplo, idam ve sürgünlerin doruk noktaya ulaştığı ve adaletin hiçe sayılarak insanların topyekûn yok edildiği bir devirdir. Korku o kadar sarmış ki insanların bedenlerini, değil konu komşuya ev halkına bile güven olmamıştır. İnsanlar, işe giderken ya akşama dönemezsem, tutuklanırsam endişesiyle yaşadıkları için sabah aileleri ile vedalaşarak çıkmışlar evlerinden. Tutuklamalar, hapsetmeler, sürgünler artık alışık bir durum haline gelmiştir. Sorgusuz sualsiz “halk düşmanı” damgası vurulan insanların aileleri de zor durumda bırakılmıştır. Bu aileler, çevre tarafından dışlanarak, işten, okuldan atılmış, sürülmüştür. Hükmedilenler cezalarını çekip, aklanıp evlerine döndüklerinde de “halk düşmanı” damgası onların peşini bırakmamış, hapisten sonra da durumları hapishane hayatından beter olmuştur.

 

         Stalin Devri kurbanlarının sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, bazı kaynaklara göre 30–40 milyon, bazılarına göre 60 milyon olarak gösterilmektedir. Bu rakam, o dönem Sovyet nüfusunun dörtte birine eşittir. 05.03.1953 tarihinde Stalin’in ölümünden sonra Stalin Devri kurbanlarından yavaş yavaş söz edilmeye başlamıştır. Stalin’in yaptığı yanlışları 1956 yılında gerçekleşen Sovyet Komünist Partisi’nin XX. Kurultayı’nda ilk olarak Khruşçov dile getirmiştir. Khruşçov, diktatör Stalin’in hastalık derecesine varan kuşkuculuğu yüzünden yaptığı yanlışları bir bir sayarak, Sovyet siyasi düzenine yeni bir yön vermiştir. (Kurban 2007: 112). Kurultay sonrası Stalin Devri’nde yargılananlar, kurşuna dizilenler aklanmaya başlamıştır. Bu insanların zaten suçları yoktu ki, aklansınlar… Ölenlerden hesap sorulamaz derler, fakat tarihten ders çıkartmamız için Stalin Devri ve kurbanları unutulmamalıdır.

 

         Kazan Tatarları, nüfuslarına oranla Stalin Devri’nde en çok kayıp veren bir ulustur. İdam edilen, hapse atılan, sürgüne gönderilen Tatarların büyük çoğunluğunu yazar, aydın, din adamı ve askerler oluşturmaktadır ki, bu dönem milletin en değerli insanlarının hayatına mal olmuştur. Stalin Devri kurbanları denildiğinde ilk akla gelen isim ünlü Tatar devrimcisi Mirseyet Sultan Galiyev’dir (1892–1940). Milli konularda Stalin yönetimine muhalif olan Sultan Galiyev’in can güvenliği tehlikededir. Türk Büyükelçiliği’nde çalışan Abdurrahman Şafi Almas (1892–1954), Mirseyet’in elçi Muhtar Bey’le görüşmesini sağlamıştır. Muhtar Bey, Sultan Galiyev’in akıbetinden duyduğu endişeleri dile getirmiş ve Türkiye’ye davet etmiştir. Türkiye’de ailesiyle rahat yaşayabilmesi için tüm koşulların oluşturulacağı vaadinde bulunan Muhtar Bey, küçük şartlarının olduğunu söylemiştir. Bu şartlar, Türkiye’de komünist olarak siyasi iş yürütmemek, siyasete karışmamak ve Sovyetlere karşı faaliyette bulunmamaktır. Sultan Galiyev, Muhtar Bey’e bu teklifi için teşekkür etmiş, fakat hiçbir yere gitmeyi düşünmediğini de sözlerine eklemiştir. Milleti için yararlı birçok iş yapması gerektiğinin altını çizen Mirseyet, Türk kardeşlerine müteşekkir olduğunu söylemiştir. Sultan Galiyev’in önünde üç seçenek vardır. Yol ayrımında olan Mirseyet’in bunlardan birisini seçmesi gerekmektedir. İlk yol, milletinin ve tüm ezilenlerin durumlarını görmezlikten gelerek, milli siyasette Stalin’in tarafına geçmek. İkincisi, derhal yurt dışına çıkmak ve orada siyasete devam edip kamuoyu oluşturmak. Üçüncü yol ise, milletin ve sadık arkadaşlarının yanında kendi vatanında ve imanında kalmak, ülkülerine ve tuttuğun yola bağlılığından, hayallerinden vazgeçmemektir. Mirseyet Sultan Galiyev, tüm zorluk ve karşılıklara rağmen en zor olan üçüncü yolu seçmiştir ki, bunu Muhtar Bey’e verdiği yanıtta da doğrulamaktadır. Tek cümle ile ifade etmek gerekiyorsa, Sultan Galiyev hiç irkilmeden ölümü bile göze almıştır. KGB arşivlerine dayanarak Mirseyet Sultan Galiyev ile ilgili “Sirat Küpere” (Sırat Köprüsü) adlı roman yazan Rinat Möhemmediyev, yol ayrımında olan Mirseyet’in seçimini şu satırlarla ifade etmiştir: “ Mirseyet Soltangaliyev, böylece, üçüncü yolu seçti. Kıldan ince, kılıçtan keskin sırat köprüsünü geçmeye eşdeğer olsa bile – şimdi onun için başka yol yoktur. Cehennemi gördü. Cehennemin ne olduğunu biliyor. Aziz milletini ve dünyadaki tüm ezilen, mazlumları cennete götüren bu köprüden geçiremezse de, onlara hak yolunu aramada, hak yolu göstermede, cehennem ateşinde yanıp yok olursan bile ukde olmaz. Bu fikir ve kutsal niyetle sırat köprüsünü seçti o. Sırat köprüsüne adımını attı… ‘O köprüden ancak yüzde, binde birileri geçebiliyor”. Çocukken Nuriahmet hazretin söylediklerini unutmamıştı o. Hayır unutmamış…” (Möhemmediyev 1992: 425). (Çev. R.K.).  Mirseyet Sultan Galiyev, ilk kez 4 Mayıs 1923 tarihinde yakalanmıştır. Toplam 3 kez yakalanıp, 2 defa ölüm cezasına çarptırılmış, 28 Ocak 1940’ta Moskova’nın Lefort Cezaevi’nde idam edilmiştir. Ölümün soluğunu ensesinde hissettiği halde korkusuz bir şekilde milletini savunmaya devam etmiştir Mirseyet Sultan Galiyev.

 

         1928 yılının sonlarında, Stalin’in emri üzerine “Sultan Galiyev Karşı Devrimci Örgütü” tasarlanmıştır. Bu örgüt üyeleri ileride “Sultan Galiyevciler” olarak adlandırılacaktır. Tatar milliyetçilerini yok etmeye yönelik olarak tasarlanan bu örgüt üyelerinden 77 kişi tutuklanmış ve yargılanmıştır. 28 Temmuz 1930 yılında, “Sultan Galiyevci” örgütü üyesi 77 kişiden 21’i idama, 11’i on yıl, 24’ü beş yıl, 11’i üç yıl hapis, 9 kişi 3 yıl sürgün cezasına çarptırılmıştır. 1931 yılının 13 Ocak tarihinde idam cezası 10 yıl hapis cezasına çevrilmiştir. Fakat Stalin Devri’nin en korkunç yılları olan 1937–1938 yıllarında “Sultan Galiyevci” damgası vurulanların büyük çoğunluğu idam edilmiştir. O veya bu suçtan kurşuna dizilenler arasında Fehrelislam Agiyev (1887–1938), Safa Borhan (1899–1937), Mehmüt Galeü (1886–1937) Fatih Seyfi Kazanlı (1888–1937) Kerim Tinçurin (1887–1938), Gaziz Gobeydullin (1887–1937), Fatih Kerimi (1870–1937), İlyas Aklin (1895–1937), Segıyt Sünçeley (1889–1941), Gabdulla Şonasi (1885–1937), İshak Kazakov (1876–1937), Helfin N.L. (1886–1937), Lebib Gıylmi (1906–1938), Hadi Atlasi (1876–1938) gibi yazarlar, siyasetçiler, gazeteciler, sanatçılar başta olmak üzere birçok Tatar aydını bulunmuştur. (Kurban 1998: 104–107). 

 

         Akıl almaz işkencelere maruz kalanların bazıları daha fazla dayanamamış, arkadaşlarını suçlayan iftira dolu belgeleri imzalayarak bir an önce bu Cehennem’den kurtulacaklarını ummuşlar. Fakat işler onların umdukları gibi gitmemiştir… Bazıları sonradan imzaladıkları belgelerin zorla imzalatıldığını itiraf etmişler. Bazıları ise dediklerinin arkasında durmuş ve sonuna kadar direnmiştir. Buna örnek olarak yazar Adler Timergalin’i (01.01.1931) göstermek mümkündür. Aslında Bolşevik rejiminin gerçek yüzünü görüp de ona karşı açık bir şekilde mücadele verenlere çok az rastlanır… Bolşevik rejiminin götürdüklerinin getirdiklerinden fazla olduğunu anlayanlar olmuş, fakat bunu Stalin Dönemi’nde itiraf etmek kendi ölüme mahkûm etmektir.  Mostafin “Repressiyelengen Tatar Edipleri” (Cezalandırılan Tatar Edipleri) adlı kitabındaki “Cesur Yürekliler, Gerçek Mücadeleciler de olmuş…” başlıklı yazısında Timergalin’den bahsetmiştir. Kazan Devlet Üniversitesi Fizik Bölümü’nün 2.sınıf öğrencisi olan Timergalin, el yazısı hazırlayıp dağıtmıştır. “Stalin’e Ölüm!” sloganıyla sonuçlanan bu yazılarda, maaşların arttırılması, fiyatların düşürülmesi, vergilerin azaltılması talep edilmiştir; ayrıca gazetelerde yazılanların yalan olduğu, halkın aç ve sefil hayat sürdüğü, Moskova’nın, Komünist Parti’nin, bilhassa Stalin’in milli siyasetteki şoven tutumu, ikiyüzlülüğü açık bir şekilde dile getirilmiştir. Rus dilinde yazılan bu el yazıları, insanların kalabalık olduğu pazar, sinema, alış-veriş yerleri, tramvay ve troleybüslerde bulunmuştur. KGB derhal “cinayetçiyi” aramaya koyulmuştur. 02.01.1950 tarihinde 19 yaşındaki delikanlı olan Adler Timergalin tutuklanmıştır. Sorgulama sırasında hiçbir şeyi gizlemden cesur bir şekilde itiraf eden Timergalin şunları söylemiştir: “ Evet, Sovyet rejimini sevmiyorum, Stalin’den nefret ediyorum… Milletimin çektiği zorlukların sorumlusu odur… Kısaca ben dize gelmedim, kendimi cesur, hatta gururlu tuttum… Neden mi? İlk önce, ben çok gençtim… İkinciden, ben çoktan canımı feda etmeye hazırdım. Böyle esir olarak, aç-sefil yaşamaktansa, bin kere ölmeyi yeğledim…” (Mostafin 2009: 78). (Çev. R.K.) Timergalin’in bu tutumu, cesareti o zaman hapiste bulunan tüm yazar ve aydınlar başta olmak üzere herkesi etkilemiş ve cesaretlendirmiştir, tutuklular ona imrenerek bakmış, saygı göstermiştir. “Stalin’e Ölüm” sloganıyla yola çıkan Timergalin’i “deli” demekten başka çaresi kalmamış KGB’nin. Sonuç olarak Adler Timergalin’e deli raporu verilmiş ve 1,5 yıla Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kapatılmıştır. Timergalin cesareti, siyasetçi Mirseyet Sultan Galiyev’la eşdeğer tutulabilir. Böylelerine az rastlanmıştır korku dolu o günlerde…

 

         Stalin Devri kurbanları ile ilgili araştırmalarda bulunan tarihçi yazar ve siyasetçi Fevziye Bayramova’nın, 1991 yılında yayınlanan “Moñ” (Hüzün) başlıklı kitabına yer alan  “Kıñdırau” (Zil) adlı romanı, “Bezne Onıtmagız” (Bizi Unutmayınız) (1998) adlı oyunu, “Kırık Sırt” (Kırk Sıradağ) (2005) adlı tarihi romanı bulunmaktadır. Bunun dışında 2010 yılında yayınlanan “Gulag-Yaralı Yazmışlar” (Gulag-Paramparça Hayatlar) başlıklı kitabı dikkate değerdir. Bayramova kitapta, Stalin Devri’nde tutuklanıp yargılanan, idam edilen, hapsedilen, sürülen, izsiz kaybolanların çocuklarının yazdığı mektuplar, hatıralar, şiirler ve kendi yazdığı makalelere yer vermiştir. Fevziye Bayramova’nın adına gelen yüzlerce mektup sanki gözyaşlarıyla yazılmıştır. Haksızlığa uğrayan sessiz çoğunluğun sesi yankılanmaktadır kulaklarımızda… Stalin’e ve devrine karşı kin, nefret, lanet dolu olan mektuplarda, yaşanan acıların aradan 70–80 yıl geçmesine rağmen hiç dinmediği gözlenmektedir. Mektuplarda, Stalin Dönemi’ndeki iftiracıların bazılarının bugün de hayatta oldukları ve hiçbir şey olmamış gibi ortalıkta dolaşmaları, rahat hayat sürmeleri devrin kurbanlarının çocuklarını, torunlarını son derece rahatsız etmektedir. Onlar bu iftiracıların yargılanıp cezalarını çekmesini talep etmekte sonuna kadar haklıdır ki, sonunda adalet yerini bulmalıdır… Fevziye Bayramova’nın hem “Kırk Sıradağ” romanında, hem “Gulag-Paramparça Hayatlar” kitabında, 1930’lı yıllarda Ural Dağlarının ötesine sürülen 60 bin Tatar’dan bahsedilmiştir. 1930’lı yıllarda Tataristan’da varlıklı köylüler (kulak) ve din adamaları “halk düşmanı” damgasıyla bazıları idam edilmiş, bazıları ise mal mülkleri ellerinden alınarak sürgüne gönderilmiştir. Yük vagonlarına tıklım tıklım doldurulan insanlara ne yemek, ne de su verilmiştir. Bilhassa çocuk ve yaşlılar insanlık dışı bu duruma dayanamayıp yoldayken hayatlarını kaybetmiştir. Ural Dağlarının ötesine sürülenler fabrika kurma işinde çalıştırılmıştır. Toprağa kazarak yapılan kapısız penceresiz evlerde veya derme çatma barakalarda kalan Tatarlar sabahtan akşama kadar asker gözetiminde çalıştırılmış, verilen günlük yemek de karınlarını doyurmaya yetmemiştir. Onların hiçbir hakkı olmamış, çünkü onlar devletin nezdinde “halk düşmanıdır”. Tüm aksilikler üst üste gelmiştir… 1930 yılının kışı çok soğuk olmuştur. Termometreler eksi 40’a kadar varmıştır. Açlık, pislik, sefalet, soğuk ve tifo, dizanteri gibi bulaşıcı hastalıların baş göstermesi halsiz insanları öbür dünyaya alıp götürmüştür. Mahkûmların kaydı tutulmamış, onun için ölenlerin kesin sayısını söylemek güçtür. Örneğin, resmi kayıtlara göre 1931 yılının ilk yarısında Magnitogorski şehrinde doğum sayısı 236 ise, ölüm sayısı 5051’dir. Ölenlerin büyük çoğunluğu Tatarlar, çocuklar olduğunu da hatırlatmak gerekir. 1933 – 1934 yıllarındaki ölenlerin sayısı doğanların 10 katına ulaşmıştır… Bayramova arşivlerde yaptığı araştırmalar sonucu 29 Mart 1932 yılını örnek olarak kitabına almıştır: “Örneğin, 1932 yılının 29 Mart tarihinde donarak ölen 8 yaşındaki Fethullin Gabdelehet, aynı gün açlıktan ölen 1 yaşındaki Şerefetdinov Mirzayan, 7 yaşındaki Galiyev Reşit, aynı gün tifodan ölen 47 yaşındaki Galimov Nurulla, aynı gün donarak ölen 6 yaşındaki Fethullin Gabdelreüf, aynı gün ölen 3 yaşındaki Şerefetdinov Galimcan, 1,5 yaşındaki Nurmöhemmetov Necip… Bunlar mutluluk için dünyaya gelen birilerinin değerlileri, gurbette donarak ve açlıktan canlarından geçmişler…” (Beyremova 2010: 170). (Çev. R.K.) Yüz binlerce insanın ölümüne mal olan Magnitogorski şehri ve Demir Çelik Fabrikasının kuruluşu, “Tatarların kemikleri üzerine kurulmuştur” tabirini beraberinde getirmiştir. Bu insanların Tatar ve Müslüman oldukları için zulme maruz kaldıklarını dile getiren Fevziye Bayramova, ölenlerin şehit olarak anılması gerektiğini söylemiştir ki, bu söylediklerinde de sonuna kadar haklıdır. Bayramova’nın ailesi de Stalin Devri’nden nasibini almıştır. Fevziye Bayramova’nın babası Eühadi Bayramgali oğlu, Fin Savaşı gazilerindendir. O, kolhoz reisi olarak çalıştığı 1947 yılının Aralık ayında halka fazla tahıl verdiği gerekçesiyle tutuklanmış ve “halk düşmanı” ilan edilerek Zöye Hapishanesi’ne atılmıştır. 3 yıl hapis yattıktan sonra köyüne dönen Eühadi Bayramov artık güven duyulmayan suçlular listesinde olduğu için doğru dürüst işe alınmamıştır. O, 10 çocuğunu çobanlık yaparak büyütmüştür. Kitapta vatanlarından koparılan, suçlanan, horlanan Tatarların ibret dolu acı hayatları film şeridi gibi göz önünden geçiyor. Tatarların darmadağın olan hayatlarının sorumlusu Stalin ve Sovyet rejimidir. Stalin Devri kurbanları bugün de hayatları ile ödedikleri bedelin karşılığını alamamıştır. Ölenlerin bedeni çoktan toprak olmuştur, fakat o zamanlar küçücük olan çocuklar bugünlerde 80–90 yaşlarındadır. Rusya Federasyonu’nun 18 Ekim tarihli “Siyasi Zulüm Kurbanlarının Aklanması” kararı ile sürgün edilenler aklanmıştır. Bu karar gereği onlara müsadere edilen mal mülkleri geri verilmesi gerektiği halde, mahkemeler, her şey ortadayken bu insanları siyasi zulme uğradıklarını kanıtlamalarını istemiştir. Çoğu insan bin dereden su getirten bu karar karşısında haklarını aramaktan vazgeçmiştir ki, onların büyük çoğunluğu ihtiyar ve hastadır. Mahkeme ile uğraşanlar da pek bir şey elde etmiş değildir, etseler bile onların yaşadığı acıların bedeli hiçbir para ile satın alınamaz, ödenemez…                

 

         Stalin Devri’nde yapılan tutuklama, yargılama, zindanlara atma, idam ve sürgüne gönderme gibi uygulamaların gerçek adı Terör ve Soykırımdır. Bugünlerde “Ermeni Soykırımı” dünya gündemine oturmuşken, neden kimse Stalin Dönemi’nde yapılan, Mirseyet Sultan Galiyevleri darağacına götüren Türk Soykırımını dile getirmiyorlar? Çok merak ediyorum…

 

         Tarih tekerrür ediyor. Yine baskı, yine zulüm… Milyonarlın katili diktatör Stalin’in “büyük devlet adamı”, 1552 yılında Kazan Hanlığı’nı işgal eden gaddar Korkunç İvan’ın “kahraman” olduğu bir Rusya… Dönemin sadece adı değişti, bugünlerde Putin Dönemi hüküm sürmektedir. Bu dönemin de kurbanları bellidir – milliyetçiler, hak, hukuk ve adaletin korkusuz savunucularıdır. Bakalım Putin Dönemi’nin galibi kim olacak? Yeni zalim ve zülüm mü, yoksa hak ve adalet mi? 

Kaynakça:

1.        Beyremova, Feüziye, GULAG - Yaralı Yazmışlar (GULAG – Paramparça Hayatlar), Kazan 2010.

2.        Kurban, İklil, Gerçekler ve Yalanlar (Anılar –Yansımalar: 1943–2007), Ankara 2007.

3.        Kurban, İklil,  Yaşlı Tarihin Yankısı (Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti), İstanbul 1998.

4.        Mostafin, Rafael, Repressiyelengen Tatar Edipleri (Cezalandırılan Tatar Edipleri), Kazan 2009.

5.        Möhemmediyev, Rinat,  Sirat Küpere (Sırat Köprüsü), Kazan 1992.