Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1832
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10791
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 756
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
TATAR TARİHİNDE VE EDEBİYATINDA FEDAKAR TATAR KADINI
TATAR TARİHİNDE ve EDEBİYATINDA FEDAKÂR TATAR KADINI
  Hayatımızın her anında ve her alanında kadınlar vardır. Kadınların önemi herkes tarafından bilinmektedir. “Ana Dili”, “Vatan Anası”, “Millet Anası” ifadeleri de boş yere ortaya çıkmamıştır. Bu ifadeler kadınların hayatımızdaki önemini kanıtlamaktadır. Kadınlar, sosyal, siyasî ve diğer alanlarında önemli görevler üstlenmiştir. Toplumun en küçük birimi olan ailelerde kadınlar ailenin temeli ve ana dilinin koruyucusudur. Analarımız bizim gizli kahramanlarımız ve koruyucu meleklerimizdir. Kadın olmak kolay değildir, çünkü kadınların üzerinde büyük sorumluluklar vardır. Özellikle esaret altında yaşayan kadınların sorumluluğu kat kat daha büyüktür. 458 yıldır Rus esareti altında yaşayan Tatar kadınlarının kahramanlıkları dillere destandır.  
         İbret ve acılarla dolu Tatar tarihinde Tatar kadının önemli bir yeri vardır. Tatar kadınları her zaman eşlerinin yanı başında olmuş, iyi günde ve kötü günde onlara destek vermişlerdir. Yeri geldiğinde eşlerinin önüne geçerek gövdesini siper yapmayı da bilmiştir Tatar kadını. Titiz, temiz, hamarat olma vasıflarının yanında güzelliği de dillere destandır Tatar kadınının. Vatan, millet uğruna gözünü daldan budaktan esirgemeden her şeyi göze almayı da bilmiştir. Aynı zamanda Tatar kadının kaderi milletin kaderidir. Tarih sayfalarında kahraman Tatar kadınları da kendilerinden söz ettirmiştir. Bunun en çarpıcı örneği Kazan Hanlığının son melikesi Söyembike’dir (1519-1557). O, oğlu Ötemiş Giray Han (1546-1566) ile beraber 1551 yılının Ağustos ayında Rus Çarı Korkunç İvan’a esir olarak teslim edilmiştir. Söyembike, bugüne kadar Tatar halkının kalbinde yerini korumuş, yıllar geçtikte daha da yücelmiştir. Tatar ulusu için Söyembike bağımsızlık simgesidir. 1552 yılında Kazan Hanlığı Ruslar tarafından işgal edildikten sonra Ruslar, Tatar topraklarının işgali ile yetinmeyip Tatarlar başta olmak üzere tüm Rus olmayan ulusları Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırma siyasetini başlatmıştır. Bu yok etme siyaseti bilhassa XVIII yüzyılda en doruk noktaya ulaşmıştır.  Doğal olarak Tatarlar, Ruslaştırma ve Hıristiyanlaştırmaya karşı direnmişlerdir. Ruslar, Tatarlar yaşayan bölgelerde önce erkekleri kılıçtan geçirmiş, sonra geride kalan kadın ve çocukları kiliselere kapatıp zorla Hıristiyanlaştırmışlardır. Buna karşı çıkanları ise ateşe vermişler veya kurşuna dizmişlerdir. 1739 yılının 30 Nisan tarihinde Yekaterinburg şehrinin ortasındaki meydanda diri diri ateşe verilen Kisenbike Baysarova adındaki 60 yaşındaki Tatar kadını bunun açık örneği olup Rus vahşetini bir kez daha gözler önüne sermektedir. Kisenbike Baysarova esir olarak Yekaterinburg’a getirilmiş ve zorla boynuna haç takılarak Hıristiyanlaştırılmış, bir Rus’a kuma olarak verilmiş, fakat o tüm bunlara karşı isyan bayrağını açmış, fırsatını bulup 3 defa kaçmış, tekrar Müslüman olmuştur. Kisenbike çok zaman geçmeden yakalanmış ve başkalarına ibret olsun diye ateşe verilmiştir. 1937-1938 yıllarındaki Stalin Devri kurbanları arasında da kadınların adı vardır. Örneğin 1937 yılında Möhlise Bubi adlı kadın Ufa’da kurşuna dizilmiştir. Eşleri “halk düşmanı” ilan edilen Tatar kadınlarını da çileli bir hayat beklemiştir. Ünlü Tatar şairi Hesen Tufan (1900-1981), 1940 yılının 18 Kasım tarihinde “halk düşmanı” olarak yakalanır ve 1956 yılına kadar ömrünün 10 yılını hapishanelerde ve 6 yılını Sibirya’da sürgünde geçirmiştir. Şairin eşi Luiza Salieskerova, tiyatro sanatçısıdır. Hesen Tufan’ın eşi Luiza şairin hayatında ve şairliğinde büyük rol oynamış şahsiyetli bir kadındır. Hükümet, Tufan’ın eşinden, halk düşmanı olan kocasından resmî olarak vazgeçmesini ister. İşçi ailesinden çıkan ve yetimlikte büyüyen Luiza bu isteği kesin olarak reddeder. Buna cevap olarak hükümet, 1941 yılının Temmuz ayında onu çalıştığı tiyatrodan çıkarır. İşte o günden başlayarak Luiza kanını satarak geçinir, kan hakkı olarak ona 800 gram ekmek verirler. O, bu yolla ailesini (kızı Gölgene ve oğlu İdegey. Oğlu şair yakalandığında 40 günlük olup, 7 ay sonra ölür) barındırmanın dışında eşine de yardım eder. Hesen Tufan bu konuyla ilgili “Tamçılar ni diler?” (Damlalar ne diyor?) başlıklı şiirinde şu satırları yazmıştır:
…Özeler helge citken gomeremne sin
Kanıñ belen yalgagansıñ iç!

                                                   Son nefemi vermek üzereyken,
Kanın ile beni hayata bağladın!

         Yukarıdakine benzer birçok örnek vermek mümkündür Tatar tarihinden. Fedakâr kadınlar yalnız Tatarlarda değil tüm Türkî halklarda da vardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk kadını hakkında şunları söylemiştir: “ Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye lâyıksın.” Kurtuluş Savaşı yıllarında Türk kadınlarının gösterdiği kahramanlıklar Türk tarihine altın harflerle yazılmıştır. “93 Harbi” adıyla geçen Türk-Rus savaşının kadın kahramanı Nene Hatun (1857-1955), Fransızlara yanlış yol gösterip onları tuzağa düşüren kılavuz Hatice, ilk İstiklal Madalyalı küçük kahraman Onbaşı Nezahat, Kastamonu kahramanı erkek Halime ve daha niceleri Türk halkının kalbine yazılmış ve hatıralarındadır. Çin esareti altında yaşayan Uygurların XIX. yüzyıl başlarında, 1828 yılındaki isyan sırasında ortaya çıkan kadın kahraman Nazugum’u bilmeyen Uygur var midir? Nazugum Çinlilere karşı isyan bayrağını açmış ve sonunda idama mahkûm edilmiştir. Tüm kadınlar milleti için kendilerini feda etmiş olan fedakâr Türk kadınlarıdır. Onarlın adları sadece tarih sayfalarında kalmamış bugün biz onlarla gururlanıyor ve iftihar ediyoruz.  
         Fedakâr Tatar kadını, şiirlere, şarkılara, destan ve romanlara da ilham kaynağı olmuştur. Tatar edebiyatında birçok fedakâr ve güçlü ruhlu Tatar kadınına rastlamak mümkündür. Örneğin, Mehmüt Hesenov’un “Yazgı Acagan” (İlkbahardaki Gök Parıltısı) romanındaki Gölüse, Fevziye Bayramova’nın “Kırık Sırt” (Kırk Tepe) romanındaki eşi ile beraber sürgüne giden Mahinur, “Kıñgırau” (Zil) romanındaki Stalin hapishanelerinde bile başın eğmeden dik kalmayı başaran Aysılu ve daha niceleri. Bugün Tatar edebiyatında iz bırakan iki yazardan, Gayaz İshakıy (1878-1954) ve Mehmüt Galeü’den (1886-1938) bahsedeceğim. Bu Tatar yazarlarını birleştiren ortak bir nokta her ikisinin de Sovyetler döneminde adlarının ve eserlerinin yasak olmasıdır. Gayaz İshakıy ömrünü muhacerette geçirmiş ve Türkiye’de vefat etmiştir. Mehmüt Galeü ise Stalin Devri kurbanıdır.
         Siyasetçi, gazeteci olmanın yanı sıra Gayaz İshakıy Tatar Edebiyatının gelişmesinde önemli katkıları olan bir yazardır. 1878 yılının 22 Şubat tarihinde Kazan vilayeti Çistay bölgesinin Yauşirme köyünde dünyaya gelen Gayaz İshakıy’a ne yazık ki doğduğu topraklarda defnedilmek nasip olmamıştır. O 22 Temmuz 1954 tarihinde Ankara’da vefat etmiş ve vasiyetine göre İstanbul Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmiştir. İshakıy doğduğu topraklara dönemese bile 1990’lı yıllarda onun milli ruhlu eserleri Tatar halkının beğenisine sunulmuştur. Gayaz İshakıy eserlerinde Tatar ulusunun milli değerlerine, yaşam tarzına geniş yer vermiştir. Tatar ulusunun geleceğinden endişe etmeden gününü gün eden Tatar zenginleri İshakıy tarafından eleştirilmiştir. İshakıy, bu konuyu 1903 yılında yazılan “200 Yıldan Sonra İnkıraz” adlı fantastik hikayesinde kaleme almıştır. Rusların Tatarları zorla Hıristiyanlaştırması ile ilgili “Zöleyha” (1911) oyununu yazmış olup Tatarların faciasını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Küçük insanların büyük problemlerini gün ışığına çıkaran “Sünnetçi Dede” (1911) hikayesi de dikkate değerdir. İshakıy bu hikayede geleneklerin ve milli değerlerin önemini vurgulamıştır.
         Gayaz İshakıy, “Her milletin yarısı kadınlar, her milletin ruhunu koruyan kadınlar, her milletin dilini, telaffuzunu, şivesini koruyan kadınlar, yarın anne olacak kızları ve baba olacak erkekleri koruyan da kadınlardır” demiştir. Kadınların hayattaki önemini bu ifadelerle dile getiren İshakıy, Tatar kadını ile ilgili “Muallime”(1913), “Dilenci Kızı”(1901-1908), “Zöleyha” (1911), “İki Aşîk” (1901) gibi eserler yazmıştır. 1910 yılında yazılan ve 1915 yılında Moskova’da yayınlanan “Ostazbike” hikayesi Tatar kadınının fedakârlığını yansıttığı için yayınladığı günden itibaren büyük bir ses getirmiştir. Tüm dünyaya dağılan 7 milyon Tatar halkı bu hikayeyi okuduktan sonra derin düşüncelere dalmıştır. Medine Sali Ahmet “ Ayaz İshaki’nin eserlerinde Türk-Tatar Kadını” başlıklı yazısında bu kitabın Şanghay’a ulaşmasını şöyle anlatmıştır: “ Meçhûl bir askerin arkasındaki bohçasında Kur’an’ı ile birlikte, binlerce kilometre dolaşarak, “Üstad Bike” Şanghay’a kadar gelip, bizim elimize geçmiştir. Sararmış sayfaları okumak için göz zamana uymamaktadır. Gönül gözden de tez davranarak, sayfalar arka arkaya yutulmakta. Bir zamanlar gençliğimde, bu kitabı üstünkörü okumuştum. Bu üstünkörü okumanın sebebi, gençlik mi idi, veya takılmış olan Rus gözlüğü mü idi? Artık hatırlamıyorum. Kitabın o zamanki tesiri ile, bugünkünün arası yerle gök kadar farklıdır.
         Saide Hanım tipi, hayatımızdan o kadar doğru olarak alınmıştır ki, o, bir zamanlar ölmüş olan anamızı, sevdiğimiz ablamızı, bize ders okutan hoca hanımı, daha nice nice tanıdık kadınları hatırlatmaktadır.”
         “Ostazbike” hikayesinin kahramanı, Tatar kadınlarının tüm güzel vasıflarını bir arada barındıran ostazbike Segıyde’dır. Ostazbike kelimesi aslında ostabike kelimesinin eş anlamlısı olup Tatar Türklerinde iki anlamı vardır: 1. İmamın hanımı; 2. Muallime. “Segıyde ostazbikenin ne bir eksiği, ne de bir fazlası vardı. O, sıradan bir köy ostabikesiydi” cümleleriyle başlayan hikaye Segıyde’nin hayatını anlatarak devam ediyor. Segıyde görücü usulü ile komşu köyden olan genç bir imamla evlendirilir. Eşi Vahit imamı çok sever ve 12 yıl boyunca çifte kumrular gibi bir hayat sürürler. Fakat Segıyde’nin gönlünde bir kanayan yara vardır ki, o da ostazbikeye rahat vermez. Bu mutlu çiftin çocukları olmamıştır. 12 yıl boyunca çocuk hayali ile yanıp tutuşan ostazbike, çocukları olması uğruna çalmadığı kapı, gitmediği üfürükçü kalmamıştır, ama nafile… Arada 2 tane çocuk edinmeyi de denemişler, fakat ilk çocuk anne baba özleminden olsa gerek hastalanmış, diğeri ise o kadar rahat yaşamasına rağmen evdeki eşyaları çalarak satmıştır. Bu denemede de sonuç elde edemeyen Segıyde eşi Vahit imamı başka birisi ile evlendirmeye karar vermiş ve bir gün eşine konuyu açmış ve şöyle demiştir: “ Hazret, ben sana çocuk veremedim, burada ben suçluyum. Senin hayatını renklendirip süsleyemedim. Ben senin hayatına hüzün kattım. Seni bir çocuk sevgisinden yoksun bıraktım. Hazret, öldüğünde duacın olmayacak duruma ben düşürdüm. Babadan babaya kalan mihrabı ben sahipsiz bıraktım. Hazret, sen daha güçlü kuvvetlisin. Allahtan ümidini kesme. Bu eve, bu zenginliğe sahip, cami ve medreseye hoca, kendine de bana da arkamızda bir duacı bırakma ümidi henüz bitmedi. Hazret, seni evlendirmemiz gerek! Peygamberler de, evliyalar da ikinci kez evlenmiş. Bu yüzden hazret seni evlendirmeye karar verdim. Kızı da buldum. Terbiyeli, okumuş ve güzel biri. Fahri Ağa’nın kızı Âlime (Galime). Hazret, bana izin ver Zülfiye Abıstay’a dünür gideyim…” Segıyde ostazbikenin bu teklifine Vahit Hazret kesin bir şekilde karşı çıkmış, hatta bunları duymak bile istememiştir. Fakat Tatar halkının geleceğini düşünen Segıyde, “çocuksuz hayat, hayat değildir” diye sonunda eşini Galime ile evlenmeye ikna etmiş ve kız istemeye de kendi gitmiş, düğün hediyelerini kendi almış, eşi Vahit Hazret’i düğüne kendi elleriyle hazırlamış, soğukkanlılığını kaybetmeden güler yüz ile eşini gelin evine uğurlamıştır. İçi kan ağlasa da bunu kimseye belli etmemiş, neslini devam ettirmek uğruna tüm zorluklara göğüs germiştir. Hikayenin bu kısmını okurken bile insan göz yaşlarına hakim olamıyor, Segıyde ostazbikenin ne durumda olduğunu düşünmek güçtür. Ertesi gün Segıyde gelin evine güvey yemeğine gitmiş, eve gelince onun ruh halini şu satırlar ifade etmektedir: “Alnında bu acı ve hüzünlerden oluşan çizgiler belirmişti. Bakışı, padişahlar bakışıydı…Yürüyüşü yiğitler yürüyüşüydü…Saide, içindeki büyük bir değerin kaybından korkuyormuş gibi sessizce hareket ediyordu.” Galime eve geldiğinde Segıyde ona padişahlar gibi ulu, melek gibi şefkatli davranmıştır. Galime anne olarak çoluk çocuğa karıştığında bile Segıyde gerçek bir anne olarak kabul edilmiş ve çocuklar büyümeye başladığında ilk “anne” kelimesini Segıyde’ye söylemiştir. Böylece Segıyde ostazbike, Tatar milletinin geleceğini uğruna kendini feda eden bir ANA olmayı başarmıştır.
         Tatar kadınının fedakârlığını yansıtan romanlarıyla tanınan yazar Mehmüt Galeü (Mehmüt Galebetdin oğlu Mercani), 1886 yılının 8 Kasım tarihinde Tataristan’ın Arça bölgesi Taşkiçü köyünde muallim ailesinde dünyaya gelmiştir. Mehmüt Galeü, Tatar medeniyeti ve fikir dünyasında derin iz bırakmış tarihçi, bilgin ve filozof Şihabetdin Mercani’nin (1818-1889) baba tarafından yakın akrabasıdır. Yazar olmanın dışında Mehmüt Galeü gazeteci ve çevirmendir. Galeü, Ekim Bolşevik Devrimi’ne kadar gazetedeki yazılarını “Mercani” imzasıyla yayınlamıştır. Mehmüt Galeü, Tatar halkı tarihinin bir devrini kaleme alma dileğiyle 4 kitaptan oluşacak olan ve “Kanlı Tamgalar” (Kanlı Damgalar) başlıklı kitap dizisi yazmayı planlamıştır. İlk kitap, “Bolgançık Yellar” (Bulanık Yıllar veya İl Sakinken) adı altında 1877 yılında İdil boyunda yaşanan kıtlık ve akıbetinde meydana gelen açlık faciası anlatılmıştır. İkinci kitap, Çarlık Rusya’sında 1897 yılında yapılan genel sayım sırasında ortaya çıkan ayaklanma ve isyanlar, bunun sonucu olarak Tatarların sürgün ve hapishaneleri boylamaları, Çar zulmüne daha fazla dayanamayan halkın Türkiye’ye göç etmesini konu edinmiş olup “Möhecirler” (Muhacirler) adını taşımıştır. Galeü,“Sabak” (Ders) adlı üçüncü kitabını Rus-Japon Savaşı, “Öyermeler” ( Kasırgalar) adlı dördüncü kitabını Ekim Devrimi hakkında yazmayı düşünmüştür. Mehmüt Galeü’nün facialı ölümünden dolayı dört kitaptan oluşacak olan bu dev eserin sadece ilk ikisi yazılmış, üçüncü ve dördüncü kitaplar ise sadece karalama şeklinde olmuştur. Yazar 1937 yılında tutuklandığı sırada el yazmaları ve ilk iki kitabın orijinal nüshaları kaybolmuştur. “Bulanık Yıllar” ve “Muhacirler” romanı ise 1931, 1933 yıllarında Rusçaya çevrilip Moskova’da yayınlanmıştır. Bu romanlar ancak 1970’lı yıllarda Ya. Halitov ve R.Dautov tarafından Tatarcaya çevrilmiştir. 1937 yılında tutuklanan Mehmüt Galeü, 1938 yılının 12 Kasım tarihinde idam edilmiştir. Yazarın bıraktığı bu eşsiz miras XX.yüzyıl Tatar edebiyatının önemli eserlerinden olup bugün okullarda ve üniversitelerin ders programında yer almaktadır.
         “Bulanık Yıllar” ve “Muhacirler” romanının kahramanı Sacide’dir. O da eşi Safa ile beraber mutlu mesut yaşamıştır, fakat Sacide çocuk doğuramayacağını anlayınca çok severek evlendiği eşi Safa’yı başka bir kadınla evlenmeye zorla da olsa ikna etmiştir. Sacide eşi için kadın olarak Selim dedenin kızı Hetire’yi seçmiştir. Mehmüt Galeü’nün “Muhacirler” romanında Çarlık Rusya’sındaki 27.01.1897 senesinde yapılan genel sayım sırasında, Tatarların zorla Hıristiyanlaştırmaya karşı yürüttüğü ayaklanma ve onun sonucu olarak birçok köylünün tutuklanması, kırbaçlanması, bazılarının idam edilmesi, bazılarının ise ömür boyu hapis cezası alması Meüla Kolı köyü sakinlerini ciddi bir şekilde düşünmeye zorlamıştır. Ve sonuç olarak bir grup köylü dini, milli, manevi, siyasi ve iktisadi baskılara dayanamayıp Anadolu’ya göç ederek mutlu hayat kurmayı hayal etmiştir. Kırbaçlanmaktan nasibini alan Safa yara-bere içinde uzun zaman hasta yatağında yatar. Mutlu bir gelecek için mücadele edilmesi gerektiğini anlayan Sacide, Osmanlı Devleti’ne göç etme haberleri çıkınca gitmeden yana tavır koyar ve “burada her şeyimizi kaybedip, orada aradığımızı bulamazsak ne yaparız?”  fikrinde olan eşi Safa’yı Anadolu’ya göç konusunda ikna eder. Ve Safa-Sacide çifti köydeki tüm mal varlıklarını satarak zorlu yolculuğa hazırlanmaya başlar. Fakat aksilikler bir türlü peşlerini bırakmaz. Bu sefer, Hetire’nin babası Kirpi Selim “her halükarda, Sultan topraklarında da buradan daha iyi olmayacak. Güneş de, açlık da her yerde aynıdır.” diye kızının gitmesine izin vermez. Safa ile Sacide istemeye istemeye de olsa Hetire’yi köyde babasının yanında bırakmak zorunda kalırlar, fakat gidip yerleştikten sonra geri dönüp onu da götüreceklerini söylerler. Sonunda, gidecekleri gün gelir ve Kazan Tatarlarının umut yolculuğu başlar… Kitaptaki göç konusunu Tatar aydını Minahmet Sahapov şu ifadelerle dile getirmiştir: “O dönemde Rusya’da yaşamakta olan yirmi milyon Müslüman, bütün ümitlerini ve geleceklerini Osmanlı Devleti’ne bağlamıştı. Bunu sezen Çarlık yönetimi, Türkler arasına fitne sokarak Osmanlı Devleti’yle aralarındaki ilişkilerin bozulması için çaba göstermiş; Osmanlılar hakkında çeşitli dedikodular ve yalanlar yaymaya çalışmıştır. Bütün aleyhteki propaganda ve engellemelere rağmen İdil boyu Müslümanları Anadolu’ya ulaşma başarısını gösterirler. Göç eden bütün Tatarların malları ve son paraları da sınırda Rus jandarmaları tarafından yağmalanır. Çalışkanlıklarıyla tanınan Tatarlar yeni yurtlarında kaybolmazlar, çok güzel bir köy kurarak orayı bir gül bahçesine çevirirler.”
         Bu zor göç yolculuğuna çıkan Tatarlar, tünelin diğer ucunda görünen küçücük umut ışığının aydınlığı ile avunurlar. Bu umut sayesinde onlar tüm zorluklara, acılara, olumsuzluklara, çilelere ve gözyaşlarına aldırmadan yollarına devam ederler. Türkiye’ye gelene kadar akla karayı seçen Tatarlar zor yolculuğun sonunda İstanbul’a gelirler. İstanbul’dan Eskişehir’e trenle giden Tatarlar Eskişehir’e 20 kilometre uzaklıkta olan bir yere getirilirler. Geldikleri ilk gün dinlendikten sonra Tatarlar etrafı görmek ve buradaki durumu öğrenmek için komşu köye giderler. Sağ salim gelip toprak sahibi olabildikleri için Tatarların mutluluğuna diyecek yoktur. Komşu köydeki manzara hiç de iç açıcı olmamış, köydeki herkesin evi kırık dökük, giydikleri giysilerse lime limedir. Bu durum karşısında şaşkına dönen Tatar muhacirleri, köylülerden durumlarının neden bu kadar perişan olduğunu sorduklarında, tüm gelirin büyük bir kısmını vergi olarak ödediklerini, kendilerine ise çok az bir şey kaldığını anlatmışlardır. Büyük umutlarla geldikleri Anadolu topraklarında hayal kırıklığına uğrayan Tatarlar arasında üç değişik fikir oluşur: birileri hemen geri dönmeliyiz, diğerleri burada kalalım ve kendimiz günlük işlerde çalışıp hayatımızı kazanalım, üçüncü bir grup ise burada yerleşelim fikrini savunur. Safa ile Sacide üçüncü grubun fikrine katılır ve yerleşip köy kurmaya karar verirler. Ertesi gün sabahtan Safa ile Sacide çit yapmak için çubuk kesmeye giderler, onların bu davranışı tüm muhacirleri etkiler ve herkes kollarını sıvayarak işe başlar. Köyün ilk kazığını Sacide çakmıştır ve onun için köy, Kadın Köy adını almıştır. Çalışkanlıkları ve girişkenlikleri sayesinde Tatarlar tez zamanda büyük işleri başarmışlar, köydeki herkes kendine ev yapmış, bahçe ve tarla sahibi olmuştur. Hatta bununla da yetinmeyen Tatar kadınları kaz yetiştirmiş ve sonbahar geldiğinde Tatar geleneklerine özgü olan “KAZ ÖMESE”(kaz yolma imecesi) yapmışlardır. Tüm bu işlerin önderi tabii ki Sacide olmuştur. Muhacir Tatarların her zaman işleri yolunda gitmemiş, onlara engel olmak, zarar vermek isteyenler ve çekemeyenle de olmuş, ama tüm bu olumsuzluklara rağmen Tatarlar imkansızı başarmış ve kışa bolluk içinde girmiştir. Tatar muhacirlerinin yarattığı bu mucizeyi görmek için komşu köylerden de misafirler gelmiş, gelen geçen herkes imrenerek bakmıştır onlara.
         O yıl kış çok soğuk olmuş, bu da yetmezmiş gibi tifo hastalığı baş göstermiştir. Bu hastalık Kadın Köy halkını da etkilemiş; tüm yaz boyu kafa kaldırmadan çalışan Tatarların zayıflamış vücutları tifo hastalığına yenik düşmüştür. Tifo hastalığına yakalananlar arasında Sacide de vardır. Sacide 13 gün hasta yatağında yatar, gün geçtikte durumu daha da ağırlaşır. Safa, Sacide’nin başucundan bir dakika bile ayrılmaz. “13.günde Sacide’nin durumu daha da ağırlaşır, o aniden gözlerini açar, azıcık gülümsermiş gibi yapar ve Safa’nın boynuna sarılır. Gözlerinden iki damla yaş süzülür ve Sacide son sözünü söyler: “Hetirene…” Safa kelimeyi duymaktan çok tahmin etti. “Biliyorum, biliyorum, akıllım! Hetire’yi alıp gelmeliyim!...Sacide’nin elleri Safa’nın omzundan kaydı ve yatağa çarptı. Daha sonra gözleri kapandı.” Evet, Sacide son sözünü söyledikten sonra kalbi durmuştu. Ölüm öncesinde bile kendini düşünmeden neslinin geleceğini düşünerek Hetire’nin Safa ile beraber yaşamasını istemiştir bu yüce kadın. Sacide’nin ölümünden sonra Safa da tifo hastalığına yakalanır ve 3 ay boyunca hasta yatağından kalkamaz, ona komşuları bakar. O iyileşmeye başladığında artık ilkbahar gelmiştir. Safa ayağa kalkar kalkmaz Sacide’nin vasiyetini yerine getirmek için memlekete dönme hazırlıklarına başlar, bu isteğini tüm köy halkı ile paylaşır. Sacide’nin vasiyetini yerine getirmek her ne kadar Safa’nın görevi olsa da Kadın Köy’e ilk kazığı çakarak köye can veren Sacide’nin vasiyeti köy halkı için de bir emirdir. Ve vasiyeti yerine getirmek için tüm köy halkı elinden geleni yapmıştır. Bazıları para yardımında bulunmuş, bazıları ise Safa’nın kılık kıyafet, erzak gibi ihtiyaçlarını karşılamışlardır. Böylece Safa memlekete dönmek için yola koyulmuştur. Uzun ve çileli yolun sonunda, çok zorluklar çekmesine rağmen Safa Meüla Kolı köyüne varmıştır. Eşi Hetire ve kızı Galiye, beyazlanmış saç-sakalı birbirine karışmış, sersefil durumda olan Safa’yı önce tanıyamamışlardır. Safa eşi Hetire ve kızı Galiye’ye kavuşarak Sacide’nin vasiyetini yerine getirmiştir. Safa doğup büyüdüğü topraklardan bir kez daha göç etmeyi göze alamamış ve köyüne yerleşmiştir. Sacide muhacerette vefat edip orada defnedilse bile ister Meüle Kolı halkı olsun, ister Kadın Köy halkı olsun onu her zaman şükran ve minnetle hatırlamışlardır. Tatar ulusunun “millet anası” olan Sacide milletinin kalbindedir. Gayaz İshakıy’nın “Ostazbike” hikayesindeki Segıyde ile Mehmüt Galeü’nin “Muhacirler” romanındaki Sacide’yi kıyaslayacak olursak Segıyde neslini devam ettirmek isteyen bir ana olarak karşımıza çıkıyor, Sacide ise ostazbikenin yaptıklarının aynısını yapmakla kalmıyor millet anası sıfatıyla milletinin mutlu geleceği uğruna muhacerette Tatar milletine önderlik yapıp rehberlik ediyor.  
         Mehmüt Galeü’nün “Muhacirler”i gerçek hayatı yansıtan bir romandır. XIX.yüzyıl sonunda Türkiye’ye göç eden Kazan Tatarları bugün de Eskişehir’in Osmaniye ( eski adı Kuru Höyük) köyünde hayatlarını sürdürmektedir. Sacide’nin milli ruhunu, Tatar geleneklerine bağlılığını onlar bugün de aynı şekilde korumuşlar, muhacerette 100 yıldan fazla yaşalar bile kendi benliklerini kaybetmemişlerdir. Kazan Tatarlarından söz açılmışken bir anımı anlatmak istiyorum. Türkiye’ye ilk geldiğim yıllarda 1996 yılının kış aylarında Ankara’da Safa ve Saadet Devletşah ailesine ailece misafir olarak gitmiştik. Kapıda, Tatar kadınlarına özgü olan tatlı dilli güler yüzlü Saadet Hanım karşıladı. İçeri geçtik, orada Safa Abzıy (ağabey) düzgün ve akıcı Tatarca konuşması ile dikkatimi çekmişti. Evin düzeni, kurulan sofra, sofradaki Tatar yemekleri, sımsıcak bir sohbet: memleket özlemi ile yanıp tutuşan beni çok etkilemişti. Evin içinde sanki memleket havası vardı. İster istemez aklıma Mehmüt Galeü’nün “Muhacirler” romanının kahramanları Safa ile Sacide geldi aklıma (roman kahramanları ile ev sahiplerinin adları da nerdeyse aynıydı), kendimi kitap sayfalarındaki kahramanların evinde gibi hissettim. Safa Abzıy ve Saadet Hanım’ın evlerine fırsat buldukça seve seve gidiyorum. Bu aileyi tanıdıkça onlara olan saygı ve sevgim daha da arttı. Safa Abzıy ve Saadet Hanım da Çin’in Haylar şehrinden 1950’li yıllarda aileleri ile göç etmişler, burada evlenip aile kurmuşlar, bu evlilikten bir oğul, bir de kız çocukları dünyaya gelmiş, şimdi ise torunları da vardır. Devletşah çifti gibi milli ruhlu Tatarlar var olduğu müddetçe Tatarlar ulus olarak yaşayacaktır.
         458 yıldır Rus zulmü altında ezilen Tatar ulusu yukarıda bahsettiğim milli ruhlu millet anaları sayesinde dillerini, dinlerini, geleneklerini ve milli benliklerini korumuştur. Tüm bu zaman içerisinde Tatarlar Rusların yok etme siyasetine karşı mücadele vermişlerdir. Birçok zor dönemeçleri fedakâr Tatar kadınları sayesine atlatmışlardır. Bugünlerde ise Tatarlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Tatar ulusunu yeryüzünden silmek amacıyla Emperyalist Rus Hükümeti Tatar dilini yasaklayan kanunlar çıkarıyor, Tatar okullarını kapatıyor, lise mezuniyet ve üniversitelere giriş sınavları Rus dilinde yapılıyor. Tatarların milli menfaatlerini savunan herkes Rusya Federasyonu Anayasasının 282. Maddesi ile yargılanıyor. Tatarlar 458 yıllık esaret süresi devamında millet olarak ayakta kaldıysa, bunda Tatar kadınının önemi büyüktür. Eğer milli ruhlu mücadeleci analarımız olmasaydı bugünlere kadar gelebilir miydik bunu söylemek zordur.                      
                                                              KAYNAKÇA

Bayramova, Fevizye. Turan İle, Kazan 2008.
Galeü, Mehmüt. Möhacirler, Kazan 2000.
Gaynetdinov Mesgut. Davıllarda, Cillerde, Kazan 1989.
İshaki, Ayaz. Hikayeler ( Seçmeler), Cev. Çulpan Zaripova Çetin – Hayati Yılmaz, Muğla 2009.
İshakıy, Gayaz. Zindan, Kazan 1991.
Kurban, İklil. Yaşlı Tarihin Yankısı, Bulgar Tatar Tarihi ve Medeniyeti, İstanbul 1998.
Muhammed Ayaz İshaki: Hayatı ve Faaliyetleri, Ankara 1979.
Musin, Flün. Gayaz İshakıy, Kazan 1998.
Sahapov Minahmet. Yenilik Habercisi, Ankara 2005.
Tatar Teleneñ Añlatmalı Süzlege, 2.Cilt, Kazan 1979.
Zaripova Çetin, Çulpan. Tatar Türklerinin Gelenek ve Görenekleri, Ankara 2009.                                                            

Roza KURBAN
05.02.2010
          
Fevziye Beyremova. Turan İle. Kazan 2008, s. 116-118.
İklil Kurban. Yaşlı Tarihin Yankısı (Bulgar-Tatar Tarihi ve Medeniyeti). İstanbul 1998, s. 147-148.
Mesgut Gaynetdinov. Davıllarda, Cillerde. Kazan 1989, s. 211.
Gayaz İshakıy – Türkiye’de Ayaz İshaki, İshaki İdilli adlarıyla bilinmektedir.
Ayaz İshaki. Hikâyeler (Seçmeler), Muğla 2009, s. 10-11.
“Ostazbike” hikayesinin adı Türkiye’de “Üstad Bike” (Saadet Çağatay) ve “Ustazbike” (Çulpan Zaripova Çetin) olarak verilmektedir.
Muhammed Ayaz İshaki Hayatı ve Faaliyetleri. Ankara 1979, s. 164-165.
Tatar Teleneñ Añlatmalı Süzlege. Kazan 1979, II.cilt, s. 480.
Ayaz İshaki: a.g.e, s. 110-111.
Ayaz İshaki: a.g.e, s. 119.
Mehmüt Galeü. Möhecirler. Kazan, 2000, s. 303.
Mehmüt Galeü, a.g.e, s. 81.
Mehmüt Galeü, a.g..e, s. 84.
Minahmet Sahapov. Yenilik Habercisi. Ankara, 2005, s. 114.
Çulpan Zaripova Çetin. Tatar Türklerinin Gelenek ve Görenekleri. Ankara, 2009, s. 38-41.
Mehmüt Galeü, a.g.e, s. 242


Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.