Türk Meclisi

Anasayfa Görüşler Tartışmalar Haber & Yorum Temel Bilgiler Anketler Arama İletişim
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1831
Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 10763
Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236
Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 755
Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2053 Haber bulunmaktadır.
Üye olmak istiyorum
Şifremi unuttum
Kullanıcı Sözleşmesi
Kullanıcı:
Şifre:
Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler
YUSUF AKÇURA

YUSUF AKÇURA

 

Yusuf Akçura Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Hikmet Müftüoğlu kuşağında yer alan Türkçü düşünürlerimizden birisidir.

Pek çok çalışmasının yanında özellikle “Üç Tarz-ı Siyaset” eseri çok önemlidir. Bu eser ile Akçura, 20.yüzyılın başlarında dönemin aydınlarına üç soru yöneltmiştir. Bir başka deyişle;`Osmanlılık`, ‘İslamcılık’ ve ‘Türkçülük’ düşüncelerinden hangisi savunulmalıdır? diye, o meşhur makalesiyle sormuştur. Bu makalesi yayımlandığında, deyim yerindeyse;yer yerinden oynamıştır...

Şimdi bu seçkin insanın yaşamını, sizlere Enver Ziya Karal’ın, Üç Tarz-ı Siyaset’in önsözüne yazdığı cümlelerden yararlanarak aktarmak istiyorum.

ÇOCUKLUĞU

Yusuf Akçura, 1876 yılının Aralık ayının ikinci gününde, Volga suyu kıyısında Simbir kentinde dünyaya geldi. Ailesi varlıklı idi. Babası Hasan Akçura fabrikatördü. Anası Bibi Banu Hatun, Kazan’ın tanınmış ailelerinden, Hasanoğullarındandı. Amcalarından İbrahim Akçura ise Türk dili ve edebiyatı konularında geniş bilgi sahibiydi. Türkçülük çalışmalarında, sonraları ün kazanacak olan, İsmail Gaspıralı, eniştesiydi. Böyle bir aile ortamından gelmesi, Yusuf’u rahat bir çocukluk yaşamı için aday göstermekteydi. Oysa ki hiç de öyle olmadı. İki yaşını bitirmeden babası öldü. Anası Banu Hatun, çuha fabrikalarını iyi yönetemedi, işleri moral yıpratıcı düzeyde bozulunca, Yusuf ile 1883 yılında İstanbul’a göçmek zorunda kaldı.

Volga kıyılarından Boğaziçi sahillerine geldiği sıralarda, Yusuf yedi yaşlarında bir çocuktu. Saçları sarı, yüzünün hatları ince, bakışları gelecek için ümit verici idi. Yusuf, normal denecek bir ilk ve orta öğretim gördükten sonra Harp Okulu’na girdi, çalışkanlığı ile dikkati çekti. 1897’de kurmay sınıfına geçmeyi başardı.

DÜŞÜNCESİ ŞEKİLLENİYOR...

Çoğu kurmay adaylarının Abdulhamit istibdadına karşı duyduğu nefreti o da duymaktaydı. Özgürlük üzerine yazılmış, okunması yasak edilmiş yazıları gizlice okuyordu. Bir kez tutuklandı ise de bağışlandı. İkinci kez tutuklandığında, harp divanına verilerek yargılandı, askerlik mesleğinden çıkarılarak, Ferd (Tek) ile birlikte Trablusgarb’e sürgün edildi.

Yusuf Akçura, uzun süre sürgün hayatı yaşamadı;bir kolayını bularak arkadaşı Ferid (Tek) ile birlikte bir Maltız kayığı ile Avrupa yakasına kaçmayı başardı.

Türkiye’ye dönmesi yasaklanmış olduğu için Rusya’ya amcasının yanına döndü.Amcası zengin bir fabrikatördü. Amcasının işçileri çalıştırma yöntemine karşı çıktı. Emek sömürüsüne isyan etti. İşçilerin insanlık dışı çalıştırılmasına dayanamayarak, amcasını zenginliği ile başbaşa bırakıp Kazan’a gitti. Kazan’da, Mahmudiye Medresesinde tarih öğretmenliği yaptı. Kazan Muhbiri Gazetesini çıkardı. Genç Türkler ile ilişki kurdu. Mısır’da yayımlanan Türk adlı gazetede “Üç Tarz-ı Siyaset” adlı yazısını, Kazan’dan göndererek yayımlattı.

İSTANBUL VE ANKARA...

1908 YILINDA İkinci Meşrutiyetin duyurulması üzerine İstanbul’a geldi. Harp Okulu’na “Siyasal tarihi” öğretmeni oldu.Türk Derneğinin kurucuları arasında yer aldı. 1911 yılında, Darülfunun (Üniversite)da Siyasal Bilgiler profesörü ve Türk Yurdu Dergisi’nin ikinci, sonra da birinci müdürü oldu. 1912’de Türklerin ulusal eğitimini ve ekonomik düzeyini yükseltmek amacıyla Türk Ocağı’nın kurucuları arasında bulundu.

1.Dünya Savaşı’nda Rusya’ya gönderildi. Türk Bağımsızlık  Savaşı başlayınca Anadolu’ya geçti. Ankara’da TBMM’de milletvekili olarak çalıştı. Ankara Hukuk Okulu’nda öğretim üyeliği yaptı. 1932 yılında Atatürk’ün uygun görmesiyle I.Türk Tarih Kongresi’ne başkanlık etti.

FİKİRLERİ...

Yusuf Akçura Genel Türk Tarihi üzerine yaptığı incelemeler yanında, Türkçülüğe ilişkin eserler verdi. Bu arada Osmanlı Tarihi ve Avrupa’nın sosyo-ekonomik tarihi üzerinde çalıştı.

Onun tarih ile ilgilendiği dönemde, bırakınız Türkiye’yi, Avrupa’da bile ‘Tarih’in ne işe yarayacağı tartışması henüz bir açıklık kazanmamıştı. Oysa Akçura tarihi şöyle tanımlar:”Tarih, hayatta kendisinden faydalanılmayan kimi soyut gerçekleri öğrenmek için tetkik etmiyoruz.Tarih, bağlı bulunduğumuz insan toplumunun belli zaman ve alanda çıkarını sağlayacak bilgi, düşünce ve duygu verebileceği için önemlidir.”

Yusuf Akçura Türk ulusunun çoğunluğunu yöneten Osmanlı devletinin ‘Osmanlıcılık’anlayışını incelemeye, düşünmeye başladığında fikri üretkenliği ortaya çıktı. Avrupa’da iken kendisine etki eden Dr. Şerafettin Mağmuni, ona özetle şöyle demişti:” Osmanlılık fikri çürüktür, çeşitli toplumların uzlaştırılması olanağı kalmamıştır. Türk ulusseverliği dışında, kurtarıcı hiçbir fikir yoktur.”

Bu düşüncelerle Paris Siyasal Bilgiler Yüksek Okulu’nda gördüğü eğitimi bitirme tezinde, 1903 yılında Osmanlı kurumlarını inceledi.Ve bu tezinde, Osmanlı kurumlarının sadece İslami değil, İslam öncesi Türklerin kurumlarından da geldiğini vurguladı. Gerçekten bu, çok ilginçtir ve o zamana kadar bu fikir yaygınca henüz işlenmemiştir.

Akçura, işte bu düşüncelerle Kazan’a döndüğünde bilinen o üç soruyu sorma gereği duydu. Daha sonra da bu sorulara kendisi yanıt verecektir ve Türkçülük fikrinin öne çıkmasının Türk Milleti için yararından söz edecektir...

“Üç Tarz-ı Siyaset”

Yusuf Akçura, Mısır’da Türk Gazetesi’nde yayınlanan o meşhur makalesinde şu üç konu üzerinde durmaktadır:

1-Osmanlı ulusu meydana getirmek,

2-İslamcılığa dayalı bir devlet yapısı kurmak,

3-Siyasi Türk Milliyetçiliğini öne çıkarmak...

Akçura bu üç görüşü de objektif olarak açıklar makalesinde... Şimdi, kısaca bu düşüncelerden söz edelim...

OSMANLILIK:

19. yüzyılın başlarında faydalı oldu. Bundan amaç, imparatorluğun birliğini korumaktı. Ama Fransızların 1870-1871 de Prusya’ya yenilmesi üzerine batıda ırka dayalı milliyet anlayışı gelişti ve bu Osmanlılık fikri etkisini yitirdi. Ayrıca sınırların korunması devlet için yeterli bir amaç değildir. Bu Osmanlılık, düşüncesi içinde Türkler eriyip gidecekler;Araplar çoğunluğu ele geçireceklerdir. Osmanlı’yı meydana getiren milletlerin birbirleriyle kaynaşması mümkün değildir. Bunu Rusya denedi. Bu nedenle ‘Osmanlılık’ fikrini savunmak, boşuna yorulmaktır. Türk milletine kötülük etmektir.

İSLMACILIK:

İslamcılık azametli bir tasarı. Abdülaziz devrinde gelişen, ‘Avrupa’ kaynaklı bir fikir. Daha sonra diğer Müslüman ülkelerde  Panislamcı bir propagandaya girişildi. Gerçekten bütün müslümanların bir devlet altında bulunması düşüncesi güzel olabilir;belki bu düşünceyi yaymak, kolay olabilir;ama, Türkler arasında dinsel ve mezhepsel geçimsizlikler çoğalır. Türkler zarar görür. Türk dili ve kültürü Arapça’nın egemenliğine girer ve erir. (Ne ilginçtir ki o dönem de bile bir Türk aydını, dine dayalı bir devletin Türkler için uygun olmayacağını söylüyor)

TÜRKÇÜLÜK:

Osmanlı İmparatorluğunda Türklerin, Türk olmadıkları halde az çok Türkleşmiş olanların ve ulusal vicdandan yoksun bulunanların bilinçlendirilmesi ve Türkleşmesiyle işe başlanacaktır. Türk birliği fikri henüz yenidir.Türk birliği fikrinin yararları yanında kimi zararlarının olması da doğaldır. Bazı milletler Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmak isteyeceklerdir. Ama, Türklerin geçmişlerini unutmuş olmasına karşın, Türklerin çoğunun müslüman olması, Türk milliyetinin oluşmasında yararlı olacaktır.

TARTIŞMA...

         20.yüzyılın başında 1904’de Mısır’daki bir gazetede “Üç Tarz-ı Siyaset” adıyla yayımlanan bu makale ile bir büyük tartışma başladı. Sonraki yıllarda Anadolu Hareketi’ne karşı cephe tutan, Dahiliye Nazırı olarak Milli Mücadele’yi baltalamaya çalışan Ali Kemal veryansın etti bu fikirlere... Arkadaşı Ferid (Tek) bey de karşı çıktı. Yusuf Akçura, zaman içerisinde Türkçülük fikrinden yana olduğunu açıkça yazan makaleler yayımladı Türk Yurdu dergisinde... Sadece Osmanlı’da değil, Akçura bu fikirleri Avrupa’da da tartışılır oldu.

         Yusuf Akçura, Türk fikir hayatında farklı ve derin izler bırakan bir düşünürümüz idi.

         Fırtınalı bir yaşam sürdü. Fikir ortamının toz-duman olduğu bir dönemde, Türk’ten yana tavır koydu. Türk kültürüne, Türk diline önem verme konusundaki düşünceleri Atatürk gibi bir deha ile gerçekleşti... Ve o bunları yaşadı. Atatürk’ün isteği üzerine , Türk Tarih Kurumu’na başkanlık ederek, fikirlerini bilimsel zeminlerde savumdu. Ve bu değerli düşünürümüz, 12 Mart 1935 tarihinde İstanbul’da gözlerini yumdu.

Durağı uçmak olsun.

 

 

(Yeni Düşünce Dergisi, Mehmet Efe SORGUNLU,  18-24 ŞUBAT 2000, Sayı:671, Sayfa:62-63)

   (www.turkmeclisi.org sitemiz kaynak gösterilmeden kullanılamaz)        



Paylaş

Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir.

© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır. Kullanıcı Sözleşmesi.