![]() |
Türk Meclisi |
|
||||||||
|
Türk Meclisinde kayıtl?toplam kullanıc? 1835 Görüşlerde Yer alan toplam Makale sayıs? 11346 Açılan toplam Tartışma konusu sayıs? 236 Tartışma Panelindendeki toplam Mesaj Sayıs? 757 Toplam 798 Bilgi Makalesi ve toplam 2062 Haber bulunmaktadır. |
|
| Okuyucularımıza Sunduğumuz Temel Bilgiler |
| ÂŞIK VEYSEL |
1894-1973. Şarkışla’nın Sivrialan köyünde doğdu. Asıl adı Veysel Şatıroğlu’dur. 7 yaşında yakalandığı çiçek hastalığından dolayı bir gözünü, daha sonra bir kaza sonucu, az gören öteki gözünü yitirdi. Okula gitme olanağı bulamadı.
Evlerine sürekli olarak gelen âşıklardan dolayı türküyle ve bağlamayla ilgilendiğini gören babasının aldığı bağlama Veysel’in yaşamına eşlik etti. İlk bağlama derslerini de babasının arkadaşı Çamşıhılı Ali’den aldı. Yunus, Karacaoğlan, Dertli, Erzurumlu Emrah gibi âşıklardan etkilendi ve türkülerinde onlarla olan duygu yakınlığını yansıttı. Önceleri usta malı türküler söyleyen Âşık Veysel, 40 yaşlarına doğru kendi şiirlerine ağırlık vermeye ve türküleştirmeye başladı. 1931 yılında gerçekleştirilen Âşıklar Bayramında adı duyulan ve 1933 yılında Atatürk için söylediği bir türküden sonra özellikle Ahmet Kutsi Tecer’in de yardımıyla giderek tüm Türkiye’de tanınmaya başladı. Bu yıllar aynı zamanda Veysel’in kendi türkülerini söylemeye yönelmesi anlamında bir geçiş dönemi olarak sayılabilir. Bu döneme dek köyünden hiç çıkmayan Âşık Veysel bunu izleyen yıllarda Türkiye’nin birçok yöresini dolaşarak kendi yöresi dışında da insanlara türkülerini aktarma fırsatı buldu. 1952 yılında İstanbul’da kendisi için büyük bir jübile yapılan Âşık Veysel’e, 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin özel bir kararıyla aylık bağlandı. Türkülerinde kendi özgü bir içtenlikle doğadan insan sevgisine hemen her konuyu işleyen Âşık Veysel, İstanbul Radyosunun ilk yayınlarında da türkü söyledi. 1941-46 arasında, Âşık Ali İzzet’le birlikte Köy Enstitülerinde halk türküleri ve bağlama dersleri verdi. Zamanla Veysel ve Ali İzzet’in temsil ettiği bağlama çalma ve türkü söyleme biçimi başlı başına bir tavır olarak yerleşti. Önceleri yöresindekiler sonra Türkiye’nin her yerinden âşıklarla karşılaştı, tanıştı. Ölümüne dek de sürekli olarak yaşlı, genç âşıklar tarafından ziyaret edildi.
(Kaynak: Bekir Karadeniz, 1900`den 2000`e Halk Şiiri, Atılım Üniversitesi Yayınları, 2007) ŞİİRLERİ Topraktır (Kara Toprak)Dost dost diye nicesine sarıldımBenim sadık yârim kara topraktırBeyhude dolandım boşa yoruldumBenim sadık yârim kara topraktırNice güzellere bağlandım kaldımNe bir vefa gördüm ne faydalandımHer turlu isteğim topraktan aldımBenim sadık yârim kara topraktırKoyun verdi kuzu verdi sut verdiYemek verdi ekmek verdi et verdiKazma ile dövmeyince kıt verdiBenim sadık yârim kara topraktırÂdemden bu deme neslim getirdiBana turlu türlü meyve yetirdiHer gün beni tepesinde götürdüBenim sadık yârim kara topraktırKarnın yardım kazma ile bel ileYüzün yırttım tırnak ile el ileYine beni karşıladı gül ileBenim sadık yârim kara topraktırİşkence yaptıkça bana gülerdiBunda yalan yoktur herkesler gördüBir çekirdek verdim dört bostan verdiBenim sadık yârim kara topraktırHavaya bakarsam hava alırımToprağa bakarsam dua alırımTopraktan ayrılsam nerde kalırımBenim sadık yârim kara topraktırDileğin varsa iste AllahtanAlmak için uzak gitme topraktanCömertlik toprağa verilmiş haktanBenim sadık yârim kara topraktırHakikat ararsan açık bir noktaAllah kula yakın kul da AllahaHakkin gizli hazinesi kara topraktaBenim sadık yârim kara topraktırBütün kusurlarımı toprak gizliyorMerhem calip yaralarımı tuzluyorKolun açmış yollarımı gözlüyorBenim sadık yârim kara topraktırHer kim ki olursa bu sırra mazharDünyaya bırakır ölmez bir eserGün gelir Veysel`i bağrına basarBenim sadık yârim kara topraktır Hacı BektaşMedet mürvet deyip kapına geldimİsteğim dileğim ver Hacı Bektaşİndim eşiğine yüzümü sürdümKusurum günahım var Hacı BektaşKul olanın elbet olur kusuruNesli Peygambersin cihanın nuruAlisin Velisin pirlerin piriKalma kusurlara pir Hacı BektaşHorasan’dan ayak bastın Urum’aMucizeler şahit oldu pirimeBak şu vaziyete bak şu durumaEşin yok cihanda bir Hacı BektaşGeçmem dedin duvarımda sinektenYalan sadır olmaz ervahı pektenSana inanmışım ervahtan köktenSana inanmayan kör Hacı BektaşSana yalvarıyor Veysel biçareYine senden olur her derde çareBir arzuhal sundum gani hünkareKeremin ihsanın pür Hacı BektaşGider (Derdimi Dökersem)Derdimi dökersem derin dereyeDoldurur dereyi düz olur giderIrakipler geldi girdi arayaKorkarım yar benden yoz olur giderIlgıt ılgıt yeller eser seherdeYar beni düşürdü onulmaz derdeYar ile buluşsak bir tenha yerdeDuyar düşmanlarım söz olur giderPervane ateşten sakınmaz canıUğruna koymuşum başı bedeniDoldur tüfengini hedef al beniYaram doksan dokuz yüz olur giderVeysel der çıkayım bir yüce dağa Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağaBir gün olur tenim düşer toprağaKarışır toprağa toz olur gider Bir Dert EhliBir dert ehli bulsam derdim söylesemİy’ olmaz dertlerim halim n`olacakHekimler derdime derman bulamazBir değil beş değil dert kucak kucakEl vurma yarama yaklaşma kardaşDerdimi söylesem tükenmez baş başİçimde yanıyor tütünsüz ateşCeset soba gibi kalbim bir ocakAşıklar alemde gülmez dedilerAkar gözyaşlarım silmez dedilerEl elin derdini bilmez dedilerKimler gelip hatırımı soracakKatlan bu cefaya sabreyle gönülBu dünyanın isi hep böyle gönülBaşından geçeni sen söyle gönülNeler geldi geçti oldu olacakVeysel`in derdine bulunmaz çare Etseler vücudun hem pare pareBir arzuhal sundum hakiki yareO yar gelip yaralarım saracak Çamlıbel’e YaslandımBir yar için diyar diyar dolandımYoruldum da Çamlıbel’e yaslandımIrmak oldum çalkalandım bulandımDuruldum da Çamlıbel’e yaslandımGahi gönül oldum yüksekten uçtumFerhat oldum aşk uğruna çalıştımİrenk irenk çiçeklere karıştımDerildim de Çamlıbel’e yaslandımYıldızdağı Pir Sultan’ın yaylasıKılıç kalkan kırat beylerin süsüKulağıma değdi Köroğlu sesiDirildim de Çamlıbel’e yaslandımFeleğinen çok oynadım ütüldümBir zalimin tuzağına tutuldumHaraç mezat dost uğruna satıldımVerildim de Çamlıbel’e yaslandımVeysel der bir yarin derdine düştüm Aşkın dolusunu elinden içtimKendi kaçtı hayaline ulaştımSarıldım da Çamlıbel’e yaslandım SeniSen bir ceylan olsan ben de bir avcıAvlasam çöllerde saz ile seniBulunmaz dermanı yoktur ilacıVursam yaralasam söz ile seniKurulma sevdiğim güzelim deyinBağlama karayı alları geyinBen bir çoban olsam sen de bir koyunBeslesem elimde tuz ile seniKoyun olsan otlatırdım yayladaTellerini yoldurmazdım hoyradaBalık olsan takla dönsen deryadaDüşürsem toruma hız ile seniVeysel der ismini koymam dilimden Ayrı düştüm vatanımdan ilimdenKuş olsan da kurtulmazdın elimdenEğer görse idim göz ile seni Gelen Yok Giden Yok Gelen yok giden yok uzadı araIlgaz Dağı yol vermiyor geçilmezHavalansam yoldaş olsam kuşlaraKollarım yok kanadım yok uçulmazBahar gelsin turnalara eş olamYağmur olam gözden akan yaş olamAla gözlü bir sunaya eş olamO zamanlar bana kıymet biçilmezBu sene de Gölköy bana yurt olduIlgaz Dağı aramızda perd’olduSenden ayrıldığım bana dert olduDerdim senden başkasına açılmazDert bir yana çeker sevda bir yanaYanmak için dolaşıyor pervanaHer baktıkça seni gördüm her yanaVeysel yardan yar Veysel’den seçilmez Olmasa Güzelliğin on par` etmez Beni Hor Görme Beni hor görme kardeşim Doğru (Ala Gözlü) Ala gözlü benli dilber Dostlar Beni Hatırlasın Ben giderim adım kalır Beğenmedi Memlekete destan oldum Ben Olmazdım Sen bir aşksın ben bir Mecnun Gibi Mecnun gibi dolaşırım çöllerde ÂŞIK VEYSEL HAKKINDA…… Âşık Veysel Anadolu merkezli aşıklık geleneğinin günümüzde en bilinen kişilerinden biridir. Âşık Veysel`den Nükteler Âşık Veysel Şatıroğlu, bulunduğu toplantılarda, sohbetlerde sırası gelince, duruma en uygun düşen espriler yapar ve fıkraları anlatırdı. İşte bunlardan birkaçı: Çağımızda Bir Halk Şairi-Aşık Veysel Ben giderim adım kalır »Halk şiir geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine benzeyen köyler içinde bir köydür« diyordu Sabahattin Eyüboğlu. Ona göre Veysel halkça düşünüp halkça konuşuyordu. Onun için herkes sevdi Veysel`i. Bütün çelişkilere ve uzlaşmalı taraflarına rağmen Veysel, olanı biteni birçok açık gözden daha iyi görüyor, Sivrialan Köyü`nden dünyaya açılıp tertemiz bir gönül ve bir ömür verdiği sanatıyla halktan, haktan ve iyiden, güzelden yana geliyordu... 1894 yılının Mayıs ayı. Sivas`ın Sivrialan köyünde bir ilkbahar günü... Her taraf yeşil otlara bezenmiş. Havada bir top bulut koşuşturup duruyor ancak yağmur yağacağa benzemiyordu. Köylü sağancılar sütlerini sağıp helkeyi bir kenara bırakmışlardı. Arta kalan süt için de kuzular sürünün içine bırakılmıştı. Bir yandan da anasından ayrıldıkları için kuzular sütleri dökmesin diye çare aramaktaydılar. İşlerini bitiren sağancıların bir bölümü köyün karşısındaki tepecikte toplanmış yerde yüzükoyun yatan kadına bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. "Kurtuldu anam" diyordu birisi. Gülizar Kadın böyle bir günde koyun sağmaktan dönerken doğurmuştu Veysel`i. Sivas`ın Şarkışla İlçesine bağlı Sivrialan Köyü`nde... Osmanlı Devleti`nin Avrupa`ya paçayı kaptırdığı, kurtulması güç bir hastalığa yakalandığı dönemlerdi. Bir yüzü kayalık, bir yüzü ormanlarla kaplı bir dağ vadisinde dünyalı olmuştu Veysel. Bu dağ köyünün adı Söbalan`dı. Alanın orta yerinde bulunan küçük bir tepecikten dolayı sonra Sivrialan denmişti. Sivrialan`ın tarihi çok eskilere dayanmıyordu. Veysel`in dedeleri de bu köye ilk yerleşen ailelerdendi. İlkin üçbeş haneli iken ikiyüz haneye ulaşıvermişti Söbalan. İlk göçenler sonra gelenlere de yer yurt vermişti Söbalan`da... Peki neydi bu göç? Bu insanların dağ vadisinde işleri neydi? Ve hangi üretimle ne kazanacaklardı bu insanlar? Kuyucu Murat Paşa`nın kıyımından canlarını kurtaran Kızılbaş Türkmenler, çorak mı, sulak mı demeden kuş uçmaz kervan geçmez yerlere göçetmişlerdi. İşte Söbalan da bunlardan birisiydi. Bu alevi kıyımının ne ilki ne de sonuncusu idi. Osmanlı yönetiminin çeşitli dinlere göstermiş olduğu hoşgörü nedense Alevi toplumuna çok görülmüştü. Veysel`in ailesi de böyle bir Osmanlı kıyımından kurtulup Söbalan`a yerleşenlerdendi. Anadolu`nun aleviler açısından kaderi de hep bu olmuştu. Şah Turna, Mevlüt İhsani, Ali Işık ve Ruhani gibi Veysel`in dünyası da çocuk yaşta kararmıştı. Yedi yaşında iken bir çiçek hastalığı salgınında sol gözü kör oldu, sağ gözüne perde indi. Geçmişiyle yetişen, geçmişin öykülerini yaşantılarını dinleyerek büyüyen Veysel, Birinci Dünya Savaşı`nın çıktığı yıllarda da delikanlılığının baharındaydı. Onun dünyaya geldiği Sivrialan kıraç, verimsiz topraklara sahipti. Dünya ile bağları kesik insanlarına burada üretilen şeyler kıt kanaat yetiyordu. Yeten de neydi ki? Hamur, bulgur, ve bunlardan yapılan yemekler... Çay ve şeker lükstü. Sivrialan Köyü`nde yaşayan insanlar yine de birbirlerine en güzel dayanışma örneğini veriyor ama Anadolu`nun birçok yeri gibi ilkel yaşam burada da yaşanıyordu. Karasabanla çift sürülüyor, kağnı, döven koşuluyor, yaba ile tığı savruluyordu. Her evde bir çift koşumluk öküz beslenirdi. Söbalanlılar aydınlanmak için gaz lambası yakıyorlardı. 1950`li yıllarda köyde birtek radyo vardı. Herkes bu radyonun başına toplanır, haber dinlenirdi. Derenin karşısında, tahta barakadan yapılmış bir okulları vardı. Yağmurlu havalarda sular kabarınca kimselerin giremediği bir okuldu bu. Köye gelen aşıkların, dedelerin ayrı bir yeri vardı köy yerinde. Onlar gazetelerin haberlerini okur, köylülere hükümetin çalışmalarını, partilerin durumlarını anlatırlardı. Köyde büyük bir odada toplanır, saz çalınır, semah dönülür ve cem yapılırdı. Veysel de bu toplantılara katılır, dinlerdi. Veysel`in çiftçi olan babası Ahmet oğlunun bu tutkusundan etkilenip hem de avunsun diye O`na bir saz satın almıştı. Tanıdıklarından Çamşıklı Ali adlı halk ozanı Veysel`e saz çalmayı öğretti. Veysel kısa sürede sazı öğrendi, özellikle köye gelen aşıkları dinleyerek bilgisini arttırdı. Sivrialan Köyünde altı ay üretim yapılırken, altı ayda da tüketilirdi. Eli kazma tutanlar yaya olarak üç ay gibi bir sürede Çukurova`ya, Adana`ya ve Mersin`e çalışmaya gider, para kazanırlardı. Devletin köylüyle olan ilişkisi asker ve vergi almaktan öteye gitmiyordu. Köydeki kültür alışverişi askerden gelenler, Çukurova`dan dönenler, aşıklar ve dedelerdi. Onların bıraktığı kültürden arta kalanlarsa salt günlük konuşmalardı. Bu koşullar Sivrialan`dan bir Aşık Veysel çıkartmaya yeterlimiydi ya da Aşık Veysel nasıl oldu da Aşık Veysel olmuştu? 1919`da ailesi onu Esma adlı bir kadınla evlendirmişti. Güzel bir kadındı Esma. Sekiz yıl evli kaldılar. Veysel`in kıskanması rahatsız edince Esma komşularından Hüseyin isimli bir delikanlıyla kaçtı. Esma`ya göre gönülsüz bir evlilikti bu. Veysel ise kıskanç ve huysuzdu ama sevmişti Esma`yı... Karısı kaçınca günlerce yemeden, içmeden kesilmişti Veysel. Ne yapacağını bilemiyordu. Kapı komşularından arkadaşı Kürt Kasım, bir gün Veysel`e "gel seninle Zara`ya gidelim, orası benim memleketim, akrabalarım var, rahat ederiz" deyince Veysel bu teklifi kaçırmadı. İlk kez Sivrialan`ın dışına çıkacaktı. Kültürel ilişkileri sınırlı, o kapalı daracık dağ köyünden çıkış Veysel için yeni bir adımdı. Gözlerinin görmemesi, istediği şeylerden yoksun kalışı, beynini ve hayal dünyasını geliştirmişti. Duyduğu her şeyi kafasına yerleştirmeye çalışırdı. Kendisiyle alay eden köy çocuklarıyla tartışmak, onlardan aşağı kalmamak için bütün zamanını öğrenmeye ve kendisini topluma kabul ettirmeye ayırıyordu. Köye gelen ozanları iyi dinleyerek, onlardan bir şeyler öğrenmeyi ilke edindi. Veysel`in yaşadığı çevre de Emlek diye anılıyordu. Şarkışla`ya bağlı bir dağ köyü ve Kızılbaş Türkmenlerinin yaşadığı bir yöreydi Emlek. Bir ozan yatağıydı. Veysel`den önce birçok ozan burada yaşamış ve Veysel`in yaşıtı olan büyük ozanlar hep bu köylerden çıkmıştı. Agahi, Kemter, Aşık Veli, Aşık Hüseyin, Ali İzzet, Devrani, Aziz Üstün Talibi, Veysel`le zamanla dostluk kuran büyük ozanlardı. Sivrialan Köyünden Molla Hüseyin, Ali Özsoy Dede, Hıdır Dede hepsi ozan ve öğretici aydınlardı. Hıdır Dede babadan kalma dedeliğini geliştirmiş, pek okuma yazması olmamasına karşın iyi saz çalıp türkü söylerdi.Veysel`in en çok ve zevkle dinlediği de Hıdır Dede`ydi. Molla Hüseyin ise zaten saz ustası olup Veysel`e ilk sazı öğreten yörenin aydınlarından birisiydi. Ali Özsoy Dede de hem arap harflerini hem de latin harflerinden okuyup yazan aydın bir dedeydi. Aşık Veysel`le yakın arkadaş olup bilgi alışverişinde birbirlerine çok şeyler öğretmişlerdi. Agahi, Aşık Veli, Kemter ise Veysel`den önce yaşamışlardı. Aşık Veysel`in yakın arkadaşı Aşık Hüseyin, yörenin en güçlü ozanlarındandı. Otuz bir yaşında ölmesine karşın ardında güzel şiirler bırakmıştı. Yörenin bazı ozanları onun şiirlerini topluma kendileri söylemiş gibi sunmaya çalışmışlardı. Ali izzet ve Devrani, aşık Veysel ile aynı köyden olup yakın arkadaştılar. Aşık Veli ise Veysel`i en çok etkileyen ozanlardandı. Yörede adını duyurmamış nice ozan vardı ki hepsi de Aşık Veysel`le dost ve arkadaştılar. Bu ozanlar Türkiye`nin çeşitli bölgelerini gezip görmüş, türkü söylemişlerdi. Aşık Veysel ise Sivrialan`dan dışarı çıkmamış, usta malı söyleyen, sesi güzel, güzel saz çalan kendi halinde bir ozandı. Veysel`in Kürt Kasım`la Zara`ya gitmesi birdenbire ufkunu değiştirmişti. Köyünden farklı şeyler hissetmesi ve ilk şiirlerini yazıp saz çalmasında Kürt Kasım`ın rolü büyük oldu. 1921`de anasıyla babası da ölünce Veysel yalnız kaldı. Kendini şiire ve saza veren Veysel önce karısı Esma`ya şiirler yaktı. Sonra dünyada daha güzel kadınların da varolduğunu anlayıp Esma`yı hem çok sevdiğini hem de ondan daha güzellerin olduğunu belirterek bunu dile getirdi: Güzelliğin on par-etmez Zara gezisi Veysel`in ilk gezisi olmasına karşın ufkunun da çok açık olacağını belirleyen bir gezi olur. Hem türkülerini rahatça çalarak söylediği hem de kendisine ikinci bir evlilik getiren yer olur Zara. Zara`da Yalıncak Baba diye bilinen bir türbenin işlerine bakan Gülizar Ana`yla evlendirilir Veysel. Artık Esma`nın sadece aşkının kalıntıları vardır Veysel`de. Giden gitti, bir daha dönüşü yoktur. Bu bilinçle kendisine bir yol çizer Veysel. Bu yol Veysel`i Sivrialan Köyü`nden evrensel bir boyuta ulaştırır. Bu evrenselliğe ulaşmanın başlangıç tarihi de 5 Ocak 1931`dir. Sivas`ta Maarif Müdürü Ahmet Kutsi Tecer`in öncülüğüyle bir Aşıklar Bayramı düzenlenmiştir. Bu bayrama Veysel`de çağrılır. 3 gün 15 aşık saz çalıp türkü söyler. Veysel derece alır. Ahmet Kutsi Tecer`in dikkatini çeker. Ahmet Kutsi Tecer Veysel`e "Halk Şairi" belgesi verir. Bu belgeyi alan Veysel çocukluk arkadaşı İbrahim`le birlikte yaya olarak Adana, Mersin, başta olmak üzere birçok vilayeti dolaşır. Seferberliğin bitimiyle ülkede yeni bir yapılanma hareketi başlatılmış, Mustafa Kemal`in geliştirdiği fikirler adım adım uygulanmaya konmuştu. Veysel de bu yeni ülkeyi gezip yaşayarak tanımakta, O`nun inkılaplarına manevi bir destek verip türkülerinde dile getirmektedir. Cumhuriyet`in 10.yılı dolayısıyla yazdığı şiir "Atatürk" adını taşır. Nahiye Müdürü yazdırdığı bu şiiri beğenerek onu Ankara`ya ulaştırmasını söyler. Arkadaşı İbrahim`le yola çıkar. Yaya olarak Sivas, Yozgat, Çorum, Çankırı, Kırşehir köylerinden geçerek üç ayda Ankara`ya varırlar. Bir rastlantı sonu şiiri Hakimiyet-i Milliye gazetesine verirler. Şiir 3 gün üst üste yayımlanır. Veysel`in adı artık duyulmuştur. Okuduğu şiirler çevrede ilgi uyandırır, yankı yaratır. Veysel, Aşık Veysel olma şansını yakalamıştır. Aynı günlerde Ankara Halkevi`nde bir konser verir, çok beğenilir. Ayağında çarıkla, bacağında şalvarla geldiği Ankara`dan takım elbise ve ayakkabıyla ayrılır: Uzun ince bir yoldayım Veysel`in ikinci büyük olayı da gerçekleştirdiği İstanbul düşüdür. M. Kemal`e duyuramadığı türküsünü mutlaka ulaştırmayı kafasına koyar. Ankara`da kendisine İstanbul`da bulunan Radyoevine gitmesi söylendiğinde yine arkadaşı İbrahim`le yollara düşer. İstanbul Radyoevi Müdürü Mesut Cemil kılık kıyafetlerini görünce baştan savmak ister. Ama Veysel`i dinledikten sonra akşama programa çıkartır. İstanbul`da bulunan M. Kemal radyodan Veysel`i dinleyince hemen ozanı bulup getirmeleri için talimat verir. Radyodan çıkan Veysel Sivaslı bir kapıcının evinde konuk olarak kaldığından bulunamaz. İkinci gün kendisini aradıklarını duyunca hemen Dolmabahçe`ye gider. Fakat yaveri M. Kemal`le onu görüştürmez "o bir anda geldi geçti, bir daha ararsa sizi bulurum" der. Bu olay Veysel`i çok etkilemiştir. Veysel`in sazı artık Anadolu`da köy köy, bucak bucak konuşacaktır. Her yere gider gelir. 1940`ta İbrahim`den ayrılıp Küçük Veysel adıyla tanınan arkadaşı Veysel Erkılıç`la dolaşmaya başlar. 1941 yılında Ahmet Kutsi Tecer, Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, İsmail Hakkı Tonguç ve Bedrettin Tuncel`in girişimleriyle Köy Enstitülerinde müzik öğretmenliğine başlar. Arifiye, Hasanoğlan, Yıldızeli, Çifteler, Akpınar, Ladik, Gülköy öğretmen okulunda Tonguç`un eğitim ordusuna katılarak, bir nefer gibi çalışır. Aşık Veysel`in yaşamında ve kişiliğiyle sanatının oluşumunda en büyük etken, hiç kuşkusuz bu köy enstitülerinde saz öğretmenliği yaptığı dönemdir. 1960`ta Küçük Veysel ölünce oğlu Ahmet`le Anadolu`yu dolaşır. 1965`te TBMM`nin çıkardığı bir yasayla kendisine aylık bağlarlar. 21 Mart 1973`te de Sivrialan`da, köyünde ölür. Aşık Veysel, köy enstitülerinde saz öğretmenliğine başladığı 1941 yılından ölümüne dek Türkiye`yi karış karış dolaşarak cumhuriyet ilkelerini, cumhuriyeti, laikliği sarsılmaz bir azimle savunur. Türkülerinde işlediği konuların ağırlığını Türkiye`nin kalkınmışlığı, çağdaşlığı, laikliği oluştururken, doğa sevgisi, birlik beraberlik gibi diğer konular da yer alır. "Halk şiir geleneği içinde Veysel, uzaktan birbirine benzeyen köyler içinde bir köydür" diyordu Sabahattin Eyuboğlu. O`na göre Veysel halkça düşünüp halkça konuşuyordu. Onun için herkes sevmişti Veysel`i. Bütün çelişkilere ve uzlaşmalı taraflarına rağmen Veysel, olanı biteni birçok açık gözden daha iyi görüyor, Sivrialan Köyü`nden dünyaya açılıp tertemiz bir gönül ve bir ömür verdiği sanatıyla halktan, haktan ve iyiden, güzelden yana geliyordu. "Âşık Veysel, tabiatı duyuşu, duyarlılığı, dini bir zümreye bağlı egemen bir karakteri olmamasına rağmen mistik tarafları, kâinat, varlık, yaratılış anlayışı ile geleneğe bağlı bir saz şairidir" diyordu Enver Gökçe. O da bir çok halk şairi gibi DP döneminin baskılarına uğradı. Ancak iktidara karşı muhalif kimliği sevgi, hoşgörü, inanç ve çalışmak gibi birtakım idealist ilkelere dayanıyordu. Yaşadığı hayat, yetiştiği koşullar, daha sonra tanışarak içli dışlı olduğu çevrelerin de etkisiyle bir toplum eğitimcisi gibi davranan Veysel bir yanıyla da eski halk geleneğiyle yoğrulmuş ve bunu sürdürmek isteyen, kendinden sonra gelen birçok sanatçıyı etkilemiştir. İşbirlikçi Demokrat Parti hükümetinin işbaşına gelmesiyle ozan geleneğini yaşatan, geliştiren köy enstitüleri, halkevleri birbiri ardına kapatılmıştı. Veysel`in köyünden ve kendinden halkına ve yurduna doğru uzanan sanatsal gelişim ve çizgisini belirleyen de kısmen bu kıyımdan önceki koşullardı. Bu koşullarla tanışan Veysel türkü geleneğinin özüne bağlı ama deyişleriyle gelenekten az çok sıyrılmasını, özünden evrensel olana ulaşmasını da bilmiştir. Buna karşılık egemenler Bedri Rahmi`nin senaryosunu yazdığı 1952 yılında Veysel`in hayatını anlatan filme bile sansür uyguladılar. Veysel`in yetiştiği Anadolu`nun yoksunluğundan, yoksulluğundan, ekinlerinin bodur oluşundan utanıp bu gerçekleri gizlemek istediler. Bir de ABD buğdaylarını gösteren kareleri koydurdular filme. Veysel`e kör bakanlar bu koşulların doğurduğu O`nu kör eden çiçek hastalığının varlığından utandılar... Aşık Veysel`in Sivrialan`dan çıkması ne bir rastlantıydı ne de bir tanrı vergisi. O sadece Sivrialan`dan yani Söbalan`da yetişmiş ozanların bir tanesiydi. Ama kendisini iyi yetiştirmiş ve toplumla çabuk kaynaşmıştı. Seçtiği konularla tüm Türkiye`ye mal olmasını da bildi. Temel Kaynak: Bütün Yönleriyle Aşık Veysel Yaşamı Sanatı Şiirleri, Gülağ Öz, Ayyıldız Yayınları 1994. Tamer Uysal |
| Paylaş |
|
Proje Yerlinet tarafından çözümlenmiştir. |
|
© 2008 TurkMeclisi.org Her hakkı saklıdır. İçerik izin alınmadan kullanılamaz. Siteyi kullanan herkes "Kullanıcı Sözleşmesini" kabul etmiş sayılır.
Kullanıcı Sözleşmesi. |