DEĞİŞİM VE YÜKSELİŞ’İN LİDERİ Rıza MÜFTÜOĞLU DÜNYAYA SESLENİYOR
Mustafa Mete&8239;ÖZPINAR
.Y A Z D I.
DEĞİŞİM VE YÜKSELİŞ’İN LİDERİ
Rıza MÜFTÜOĞLU
DÜNYAYA SESLENİYOR
KONUYA BAŞLARKEN: 19. Dönem Erzurum milletvekili, Türkiyenin yakından tanıdığı araştırmacı yazar. Rahmetlik Alparslan TÜRKEŞ’in yakın arkadaşı ve kurmayı, ülkücü davanın önderlerinden, Rıza MÜFTÜOĞLU anlatıyor:
1968 yılından itibaren ülke meseleleri ile ilgilenme ve çözüm getirme çabasının oluşturduğu bilgi birikimimle; her zaman, toplumsal ve politik sorunlara karşı ulusal bilincin arttırılmasına gayret ettim.
Adaleti ve toplumsal faydayı esas alan bir anlayışla, ırkçılığı reddeden, bütünleştirici ve birleştirici bir milliyetçilik anlayışını tercih ettim.
Bu çerçevedeki milliyetçiliğin emperyalizme karşı güçlü bir duruş olacağını anlatmaya çalıştım. Toplumculuk çizgisinde yer alan her görüşle işbirliği ve ilişki kurma noktaları aradım. Bu doğrultuda pek çok kitap, çok sayıda makale yazdım ve konferanslar verdim.
Dünyada barışı sağlamak için dünyaya yön verebilenlerin barıştan yana olması gerektiğine inandığımdan; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” görüşünü ilke edinen Türkiye’nin yön veren ülkeler safhında yer alması için herkesin gayret etmesi gerektiğini anlatmaya çalıştım.
Bu amaca yönelik olarak öncelikle, Türkiye’nin Türk Devlet ve topluluklarıyla çok iyi ilişkiler içinde olması gerektiğine inandım ve bu yönde yapılan çalışmalara katıldım.
“Avrupa Birliği’ne, Türk Birliği kurarak girelim” diyen ilk siyasetçilerden biriyim. Bu fikri ilk olarak 1993 yılında “Küreselleşme ve Türkiye” adlı kitabımda ortaya koydum ve değişik platformlarda dile getirdim.
Fikri gelişmeye önem vermeyen, tartışıp anlaşamayan toplumların ileri düzeylere geçemeyeceği gerçeği sebebiyle de, hala fikri çalışmaları yürütme çabası içindeyim. TÜRKİYE`yi ve TÜRK DÜNYASI`nı hedefler. Bu hedef için:
1) Ülke bütünlüğünü korumayı, ülke bütünlüğü çerçevesinde birlikte yaşama şuurunu geliştirmeyi, 2) Milli şuuru geliştirmeyi ve milli fikirleri yaymayı, 3) Türk dünyası ile yakın ilişki ve işbirliğini sağlamayı, 4) Millete dayalı gerçek bir demokrasi kurmayı, amaçlayan bir platform oluşturma, bu amaçları benimseyen öncüleri ve kadroları ortaya çıkarmayı devamlı düşündüm.
Rıza Müftüoğlu;
Müftüoğlu 1949 yılında Ardeşen`de doğdu. İlk orta ve lise öğrenimini Ardeşen`de tamamladı. Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi`nden mezun oldu. Ticaret Bakanlığı`nda teşkilatlandırma genel müdür yardımcısı ve özel sektörde yönetici olarak çalıştıktan sonra 19. Dönem MHP Erzurum milletvekilliği yaptı. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Yeni Düşünce gazetesinin sahibi ve kurucusudur.
Eserleri:
Meclis Çalışmaları I Meclis Çalışmaları II
Siyasette Yeni Boyut Milliyetçilik
Küreselleşme ve Türkiye
Kur’an Devrimi üzerine bir inceleme
Ekonomik Milliyetçilik
Copların Askerleri (2000)
Derin Sayfalarıyla Milliyetçi Hareket (2004)
Din ve Siyasetin Barış Yolu
Demokrasimiz ve Krallları (2008)
9 Işık Üzerine Bir İnceleme (2013)
Madalyonun İki Yüzü Doğru İnsan, Adil Devlet (2017)
Dokuz Işık Başkanlık Sistemi, Devlet, Din ve Toplum (2017)
İleri Bölücülük ve Çözüm Yolları (2018)
Bir Gençlik (2019)
Bölen Parçalayan Demokrasi Yerine Yeni Bir Siyasi Sistem (2020)
10. 10. 2020 de Türkeş’in kurmayı Rıza Müftüoğlu aynen böyle demişti.
Türk modeli `Başkanlık Sistemi`ne geçilmeli
Bir dönem&8239;MHP lideri rahmetli Alparslan Türkeş`in kurmay kadrosundaydı. Alınacak ve alınan birçok kararda etkili olmuştu.&8239;Ülkücü Hareket’in tanınmış simalarından 19. Dönem Erzurum MHP Milletvekili benim de kadim dostum&8239;Rıza Müftüoğlu&8239;Beyefendi ile&8239;Florya TBMM Atatürk Köşkü’nde bir arada olduk. Türkiye ve dünya gündemini hasbıhal ettik. Türkiye’deki mevcut sistem ve siyasi durumu değerlendiren Sn. Müftüoğlu’nun yeni ‘Türk modeli&8239;yeni bir Başkanlık Sistemi’ önerisi dikkatimi çekti. Sorular sordum ve gazetemize yaptığı açıklamalarında şu görüşlere yer verdi.
-Bildiğim kadarıyla gençliğinizden beri siyasetin içindesiniz. Geriye baktığınızda nasıl bir tablo görüyorsunuz? Bugün durum nasıl?
Kalkınma ve yükselme açısından her iktidar Türkiye gökdelenine bir şey katmıştır. Kimi birkaç kat, kimi birkaç tuğla. Bu konu çok uzun ve zaman alacak bir konu. Ben meseleye rejim ve sistem açısından bakmak istiyorum. 71 yaşındayım. 11 yaşındayken, 27 Mayıs sabahı babam beni çağırarak “Git dayına söyle ihtilal oldu” demişti. Babam&8239;Demokrat Partili, dayım ise&8239;CHP’li idi. O günden beri 60 yıldır benim gördüğüm tablo hemen hemen aynıdır. Birkaç sene rahatlık, birkaç sene huzur sonrasında kamplaşma, kavga, öldürmeler, yaralamalar, ihtilaller, muhtıralar…&8239; Altmış yılda gördüğüm değişmeyen tablo bu kamplaşma, partizanlık ve kavgadır. Şimdi de durum yine aynıdır. Muhalefet bir blokta buluşmuş, yan yana durması bile düşünülmeyenler bir cephede el ele olmuş. İktidarı aşağıya indirme peşindeler.&8239;PKK&8239;ve diğer terör örgütleri ile mücadele mi? Sessizlik. Arada bir sözgelimi kınama. Suriye mi? Yanlış. Libya mı? Yanlış.&8239;Doğu Akdeniz&8239;mi? Yanlış. Yani yapıcı bir muhalefet anlayışı yok. Aslında, hukukun üstünlüğünü ve demokratik değerlerin hakim olduğu ülkelerde iktidarlar kadar muhalefetteki siyasiler ve partilerde sorumludur. Her şeye yanlış demek ve her yapılan doğruya da karşı çıkmak asla doğru değildir. Her zaman olduğu gibi muhalefete göre iktidar hep yanlıştadır tavrı ve yaklaşımı iktidar için de muhalefetin hiçbir teklifi dikkate değer değil sonucunu getirdi ve de getiriyor. Bugün taraftarı olursunuz olmazsınız ama herkes açısından en azından dünya devletleri nezdinde ülkemizi ve hepimizi en iyi şekilde temsil eden, Türkiye’nin ağırlığını her daim her tarafa hissettiren ve gecesini gündüzüne katarak çalışan Cumhurbaşkanımız Sn. R. Tayyip Erdoğan’a düşman edilen bir kesim var. Keza Kılıçdaroğlu ve diğer muhalefet liderlerini hain gören yine çok ciddi sayıda bir kesim var. Ve en önemlisiyle bu kesimler her zaman topluma herkesten fazla etki eden bir aktiviteye sahip. Toplumumuz öteden beri birbirlerini tenkit etmek için fırsat kollayan, çatışan, bağıran, çağıran insanların etkisinde bulunmaktadır. Bunun neden bana göre “bize göre şekillendirilmeyen ve uygulamalarında parçalayan, bölen ve de kutuplaştıran Demokrasi”dir. Çünkü siyasiler iktidarda kalmak ya da iktidardan indirmek için her şeyi bir süre sonra mubah saymaya başlamaktadırlar.&8239;Mevlana’nın “Mevki makam isteği, şehvet arzusundan 40 kat daha fazladır” diye bir söz var. Bu günkü sistem insanları bir süre sonra “Toplumcu” olmak yerine “egoist” olmaya doğru yöneltmektedir. Demokrasi insanların menfi yönlerini öne çıkartmaktadır.
Kamplaştıran değil, birleştiren
Ben demokrasinin yeniden yorumlanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü bugün birçok ülkede demokrasinin adı var, ancak uygulamalarda çok ciddi farklılıklar var. Bizim şartlarımıza ve de bizi biz yapan milli ve manevi değerlerimize uygun yani; bölen ve kamplaştıran demokrasi yerine barıştıran, uzlaştıran ve birleştirici unsurları uygulanabilir hale getiren bir demokrasi olmalı. Sisteme gelince: Biz, Batı’nın dayattığı ne demokrasi neden sistemleri kabul etmeye mecbur değiliz. Milli ve yerli modeller geliştirtmekten aciz olmadığımız ortaya koymalıyız. İşte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni geliştirdik. Gelinen noktada aksaklıklar olduğu görüldü şimdi eksikliklerini gidererek Türk modeli yeni bir&8239;başkanlık sistemine geçmeliyiz. Var olan sorunlarımızı aşacak birleştirici, birlikte çalıştırıcı, her kesimin yönetime ortak olacağı bir yeni sistem bizi millet olarak gelecek asra taşıyabilir.
Bakınız bir toplum hiçbir zaman tek bir ideoloji ya da siyasi partiye mensup olamaz. Bu ilahi nizama da ters bir durumdur.&8239; O zaman bir ülkede birlik ve beraberliği nasıl sağlayabiliriz? Herkesi içine alacak bir yeni sistemle. Her görüşün ve her ideolojinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki temsilcileri iktidara ortak olmalı, seçilenler sahip oldukları milletvekilleri oranında Yürütme’de yer almalıdırlar. Yani mecburi ve devamlı bir “MİLLİ KOALİSYON”.
-Cumhurbaşkanı nasıl seçilecek? Ve hükümeti kim kuracak?
Sistem konusunda eski sisteme dönelim demiyorum. Asla yeniden koalisyon kirli pazarlıklar dönemine dönemeyiz. Ancak, mevcut sistem revize edilmeli diyorum. Şöyle ki: Bugün olduğu gibi Cumhurbaşkanı seçimle seçilecek yetkileri yine geniş olacak. Pek tabidir ki partili olmayacak. Yine şu anki sistemde olduğu gibi hükümeti elbette Cumhurbaşkanı yani Başkan oluşturacak ancak bugünkü uygulamadan farklı olarak hükümeti sadece bir parti veya bir kesimden değil, Cumhurbaşkanı yetkisini kullanarak partilerin aldığı oy oranlarına göre hükümeti tüm siyasi partileri dahil etmelidir. Örneğin: Seçilen Cumhurbaşkanı kabinesini kurarken mesela: CHP’ye 5 bakanlık düşüyorsa,&8239;MHP’ye 4 bakanlık düşüyorsa, CHP’den 15 kişilik bakan listesi, MHP’den 12 kişilik bakan listesi alacak ve bunlar arasında seçim yapacaktır. 5 CHP’de, 4&8239;MHP’den bakan atamış olacaktır. Kabine genelde Türkiye Büyük Millet Meclisi içinden seçilecektir.
Yeni bir seçim sistemi şart
-Bölücüler de kabinede olmaz mı?
“Bölen, parçalayan Demokrasi yerine yeni bir siyasi sistem” adlı kitabımda belirttiğim gibi Yüksek seçim kurulunun yanısıra bir yeni ‘kurum’ kurulmalıdır. Ya da Yüksek Seçim Kurulu içinde bir ayrı birim kurulmalıdır. Bugüne kadar ve şimdi de milletvekili olmak isteyenden istenen belgeler devlet memuru olmak isteyen bir memur adayından istenen belgeden daha azdır. Yani kişileri bütün yönleriyle başarıları ile meslekleriyle inceleme ve buna göre milletvekili adayı yapmaya yönelik bir değerlendirme yoktur. Bu yeni kurulun raporlarına göre Seçim kurulu ve siyasi partiler aday belirlemelerini yapmaları gerekir. Bu kurul uygun görmediği hiç kimse milletvekili adayı olmamalıdır. Bir de çok önemli olan bir husus vardır. Meclisimiz uzmanlar meclisi olmalıdır.
-Bu nasıl olacak?
Siz çok iyi bilirsiniz 1980 öncesinde bütün ülkücüler 9 Işık doktrinine dayanarak şöyle derlerdi: “Türkiye 6 sosyal dilimden teşekküldür. Her sosyal kesimden sayıları oranında mecliste millletvekili olmalıdır. Bu surette mecliste işçi, memur, işveren, esnaf, çiftçi, serbest meslek mensuplarının temsilcileri yer almış olur.” Hepimiz biliyoruz ki bir toplum, meslek sahibi olanların sayesinde yaşamını sürdürmektedir. İşçi olmasa, boyacı, tamirci olmasa, doktor, hemşire olmazsa, mühendis tekniker ve diğer meslek mensupları olmazsa biz rahat yaşayabilir miyiz? Hatta yaşayabilir miyiz? Hayır. O zaman bütün sosyal kesimlerden; bütün meslek sahiplerinden sayıları paralelinde bir meclis oluşmalıdır. Böyle bir meclis oluşmuş olsa, kanunlar nasıl geçer? Sorunlar nasıl çözülür? İşte uzman meclis topluma can veren bütün meslek sahiplerinin yer aldığı bir meclistir.
-Bu ana hatlarını çizdiğiniz siyasal sistemin gerçekleşme oranı zayıf değil mi?
Evet, ilk etapta herkes karşı çıkacaktır. Her yeni şeyde olduğu gibi burada da tepkiler olacaktır. Ama ülkenin kısa süre içinde birlik içinde olmaya ihtiyacı vardır. Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Özgür Özel, Sayın Bahçeli ve diğerleri bir araya gelip bu sistemin gerçekleşmesini sağlayabilirler. Halka sormayı deneyebilirler. Halk oylaması yapılabilir. Ben şu anda endişeliyim. Hani söz sırası geldiğinde söylediğimiz “Tarihten ders alınsaydı, tarih tekerrür eder miydi?” sözü bunun için çok önemli bir uyarıdır.
er asırda ülkelerin yönetiminin belli farklılıklar içinde olduğunu geçmişi incelediğimizde anlayabiliyoruz.
Rejimler belli ortamların sonucunda belli liderlerle ve aydınlarla birlikte ama halk hareketlerinin baskılarıyla doğmuşlardır.
Demokrasinin doğuşunda aydınlarla birlikte halkın büyük bölümünün uzun bir süre direnmesini görebiliriz. Düşünürlerin, yazarların ve ciddi bir aydın kesiminin akla dayalı, bilime dayalı ışıkları halkı etkilemiştir. Biz şimdi demokrasinin en kötü dönemlerinde adaletsizleri, global sömürüleri ve emperyalizmin oyunlarını görmeye başladık, ancak bunlarla mücadele etmede gerekli olan örgütlemeye doğru daha meyletmiş değiliz.
Sadece anlatıyoruz, yazıyoruz, söylüyoruz. Ama farklı kulvarlarda, farklı merkezlerde.
Ve işin en garip tarafı farklı cümlelerle aynı şeyleri söylerken bile tartışıyor, kavga ediyoruz.
Bu çok benimsediğimiz demokrasi ile ayrışmaya, kamplaşmaya öylesine alışmışız ki sadece farklılıklar üzerinde durup bunları büyütmeyi marifet olarak görüyoruz.
Hiç kafamızı ellerimizin arasına alıp düşünmüyoruz ve sormuyoruz, Biz niye kavga ediyoruz?
VE.. DEĞİŞİM ve YÜKSELİŞ DERNEĞİNİ KURDUK.
(BU GÜNLERE NASIL GELDİK TAMAMINI OKUYUNUZ)
DİL BİRLİĞİ:
Bir milleti meydana getiren ve onu yüzyıllar boyunca yaşatan en büyük güç, dildir. Dil sayesinde insanlar duygu ve düşüncelerini aktarırlar ve birlik duygusunu hissedeler.
Aynı dili konuşan topluluklar yakınlaşır ve milleti meydana getirir. Milletler dil sayesinde ayakta kalır. Dilini kaybeden toplumlar, milli kimliğini ve benliğini de kaybederler. Bu nedenle dil milleti oluşturan öğelerin başını çeker ve onu ayakta tutan en değerli güçtür.
DİN BİRLİĞİ: Aynı dine mensup insanlar, aynı inancı yaşayan fertler millet olabilmek için daha çok ortaklığa sahiptirler. Aynı dini duygular ve inançlar etrafında bir araya gelen topluluklar aidiyet hissederler. Bu da milletlerin meydana gelmesinde oldukça etkilidir. Türk milleti, İslamiyet ile şereflendiği andan itibaren İslamiyet`e hizmet etmiş ve İslam ordusunu şanlı zaferler ile şereflendirmiştir. İslamiyet şancığını yüzyıllarca şerefle taşımasıyla İslam ve Türk terimlerini özleştirmiştir. Birkaç kelimeyle özetlenirse Türklük bedenimiz İslamiyet ruhumuzdur ruhsuz beden ceset gibidir. Nitekim Avrupa kaynaklarında Türk kelimesi Müslüman kişi için kullanıldığını görmekteyiz. İslamiyet inancıyla yüzyıllardır bu dine bağlı bireylerin manevi duygular ve inanç birliği etrafında ortaya çıkardıkları bir ruhu yaşamakta ve Türk İslam şuurunu ile gelecek nesillerinde aktarmaktadır. Bununla birlikte bir millette, farklı inançlara mensup olan bireylerin de var olması mümkündür.
KÜLTÜR BİRLİĞİ:
Tarihin en eski dönemlerinden bugüne, bir topluluğun var olduğu günden beri oluşturmuş olduğu bütün maddi ve manevi değerler kültürü oluşturur. Kültür, milletleri farklı kılar, özgünleştirir ve onların hayat felsefelerini, dünya algılarını yaşamalarını sağlar. Bu nedenle kültür sayesinde milletler yükselir, maddi ve manevi değerlerini yaşatarak geleceğe aktarır. Aynı kültürü paylaşan insanlar, birliktelik duygusu ile birbirine bağlanır.
TARİH BİRLİĞİ:
Bir milletin fertleri arasındaki olmazsa olmaz bağ, tarih birliğidir. Aynı tarihi kökten ve atalardan gelme duygusu, kişilerin yüzyıllardır aralarında var olduklarına inandıkları bir akrabalığı temsil eder. Ayrıca tarihin eski dönemlerinde büyük savaşlar, göçler, afetler vs. yaşayan milletlerin bu anıları asırlarca anılarında taze kalır. Bu duygu, kişilerin ortak bir tarihe ait olduklarını benimsetir ve geçmişte başardıkları büyük işleri yeniden yapabilme ülküleri sayesinde milletleri ayakta tutar.
VATAN BİRLİĞİ:
Bir milletin üzerinde yaşadığı, sınırları belli toprak parçasıdır vatan. Türk milleti için uğruna kan dökülen, canlar feda edilen kutlu birdeğerdir. Aynı vatan üzerinde yaşayan insanlar arasında birliktelik duygusu gelişir ve yurdunu benimseyen insanların millet olma duyguları perçinlenir. Bunun için vatan birliği, bir milletin var olabilmesi için çok önemlidir. Bununla birlikte, aynı millete mensup olmakla birlikte dünyanın muhtelif yerlerine dağılmış veya başka bir coğrafyada yaşamak zorunda kalmış fertler de olabilir, ki bu onun millet bağını asla koparmaz.
AHLAK BİRLİĞİ: Yazılı olmayan toplum kurallarını ifade eden ahlâk, bir toplumun her bir ferdinin sosyal yaşamda uyması gereken kuralları kapsar. Bununla birlikte bir milletin inceliğini, yardımseverliğini, temiz olmasını, kadına değer vermesini, konukseverliğin ortaya koyduğu için o milletin karakterini ortaya koyar. Ayrıca ahlâk, toplumları ayakta tutan bir güçtür. Ahlak değerleri sayesinde toplumların aynı duyguda birleşme, erdemli yaşama duygusu hep yaşar.
Milletlerin asıl kuvvetinin ruh ve inanç gücü olduğunu artık herkes öğrendi. Bundan dolayıdır ki şimdi, çökertilmek istenen milletlerin manevî yönüne saldırılıyor. Ve TÜRKİYE nin hemen her yerinden vurulduğunu biliyormusunuz?
Bu taktiğin en düşündürücü örneği Sovyetler Birliği’ndeki Türkler’dir. “Milletlere istiklâl, insanlara hürriyet” yalanıyla iş başına gelen komünistler, yerlerini berkittikten sonra ilk iş olarak imparatorluklarındaki yabancı milletleri, özellikle Türkler’i çökertmek yoluna girdiler.
Çarlık zamanında tek alfabe ve tek edebî dili olan Türkler’i önce Kazak, Özbek, Kırgız, Türkmen, Karakalpak, Oyrat, Başkurt, Tatar, Azerî, Kırım gibi parçalara bölüp bunlara ayrı alfabeler hazırladılar. Beş on yıl sonra bu alfabeleri değiştirerek Kiril harfleriyle karışık, gayet berbat ve Türk lehçelerinin hakkını vermekten âciz yeni alfabeler çıkardılar. Çağatayca’nın devamı olan edebî dili kaldırarak yerli halk ağızlarını ayrı millî diller haline getirmeye çalıştılar.
Bu Türkler’e ayrı ayrı uydurma tarihler yaparak büyük geçmişi ve geçmişteki birliklerini unutturmaya savaştılar. Bu da yetmiyormuş gibi, tarihte eşi görülmemiş bir hayâsızlıkla Türk ülkelerinin Ruslar tarafından istilâsını iki milletin birleşmesi bayramı haline getirip kutlama törenleri yaptılar. Öte yandan da bu sözde Türk Cumhuriyetleri’ne Rus göçmenleri doldurarak bunları zaman içinde eritmek plânlarını uygulamaya koyuldular. Bugün belki 50, belki 100 yıl sonra, halk Ruslaşmıştır diye bu cumhuriyetlerin kaldırılması yoluna gidilecektir. Bu düşüncenin tatbikatından olarak, Sovyetlerdeki Türkler’in en batı kolu olan Kırımlılar top yekûn sürülmüş, bu eski Türk ülkesi Slavlaştırılmıştır.
Çin’in, İran’ın, Afgan’ın, Irak’ın yaptıklarını saymaya lüzum yok. Aşağı yukarı aynı şeydir. Fakat bütün bunlar yabancılar tarafından, Türkler’den korkan milletler tarafından yapılmaktadır. Onların hepsinin Türkler’le eski maceraları vardır ve bu maceraların hâtırası onları en güçlü zamanlarında bile titretmektedir.
Şimdi bu dost görünüşlü, yüze gülücü milletleri bir tarafa bırakalım da biraz kendi içimize bakalım: Bugün Türkiye’de Türklüğü çökertmek için yapılan çalışmaları görmemek için kör ve art düşünceli olmak lâzımdır. Son yıllarda, sözde Amerikan emperyalizmine karşı Türkiye’yi korumak (!!), gerçekte bu memleketi Sovyetleştirmek için çalışan beyni yıkanmış bir alay genç, kendilerini millî kahraman sayan bir yığın psikopat, şimdiye kadarki hükümetlerin aldırmazlığından faydalanarak millî ruhu yıkmaya çalışmakta, bu uğurda cinayetler yapmayı göze almaktadır.
Bu neden böyle oldu? 20-30 yıl milliyetçiliğin ocakları olan Ankara’daki Hukuk ve Siyasal Bilgiler Fakülteleriyle İstanbul fakülte ve yüksek okulları bunun için bu hale geldi?
Çünkü cumhuriyetin kuruluşundan beri siyasî iktidarlar millî ülküyü değil, yalnız kendi iktidarlarını düşündüler.
VE… halende öyle devam ediyor.
Millî ülküyü temsil eden kuruluşları kendi iktidarları için engel veya tehlikeli görerek bertaraf ettiler.
Halbuki partiler, istediği kadar demokrasinin “lâzım-ı gayrı müfâriki” olsunlar, bir hadden sonra, iktidara gelme gayretinin neticesi, zararlıdırlar.
Parti çatışmalarını, yalnız yurt ve millet uğruna yapılıyor gibi görmek, bunda şahsî ihtirasların ve hatta kinlerin rol oynadığını görmemek çok yanlıştır. Partiler, muhalefette iken bağırarak şikâyet ettikleri davranışları iktidara geçince aynısını yaparlar ve yapıyorlar.
BANA GÖRE ÇOK ACİL ve HEMEN
Türklüğü yok etmeye çalışan zihniyetin kökünü varını yoğunu soyunu sopunu her şeyini kazımak lâzım. İşte o zaman biraz olsun düzelmeye başlarız. Ve Bir memlekette siyasî partilerin dışında millî ülkü ve kültürü geliştirmek için çalışan üniversiteler ve diğer kuruluşlar olmazsa o memleket çok sıkıntılar çeker.
1970 Haziran’ında komünist kışkırtmasıyla yapılan kanlı yürüyüş hareketlerine, Ahmet Yıldız adında bir Tabiî Senatör, sırf iktidar partisine olan kini dolayısıyla “bu bir ayaklanma değildir. Sıkıyönetime lüzum yoktur” diyecek kadar aklın ve mantığın dışına fırladı.
Türkçülük yolunda olanlar birer birer ve ısrarla bertaraf edilince tabiî olarak ortaya nurcular ve komünistler çıktı. Aç kalan insanın çöplükten sebze artığı toplaması gibi manevî yönleri aç bırakılan gençler manevî çöplüklere yöneldi. 1961 anayasasının getirdiği geniş hürriyet havası içinde bu durumda bugünlere geldik.
Artık bu toplum, satmak için koli basilli Zemzem getiren hacıları, dışardan beslenip insanlık dâvası güden solcuları, muhtekir tüccarları ve her şeyi ile tamamen maddeci olmuş bir toplumdur.
Ortada kazanç hırsından başka bir şey görüyor musunuz? Personel Kanunu dolayısıyla bütün meslek gruplarının sokaklara dökülerek daha çok maaş almak için yaptıkları yürüyüşler, gösterişler bu maddeciliğin çirkin ve yüz kızartıcı belirtilerinden başka nedir?
Bütün bunların ana kaynağı, ilk sebebi millî ruhu geliştiren müesseselerin ortadan kaldırılmasıdır, insanlar yüksek bir amaca gönül vermez, bir ülküye bağlanmazsa insanı insan yapan vasıfların en mühimini kaybetmiş demektir. Artık o insanlar için hayat tamamıyla zevk ve menfaat üzerine oturtulmuştur. Gazetelerde pek çok örneklerini okuduğumuz aile faciaları, evden kaçan çocuklar, fuhşa düşen kızlar, cinayetler, paraları alıp kaçan mutemetler hep yıllardır ekilen kötü tohumların yemişleridir.
Kişiye 40 gün deli derlerse deli olur. Türk gençleri de 40 gün değil, yıllarca, millî değerlerin kötülendiğini, başkalarının övüldüğünü duya duya, cezasız kalan çalıp çırpmaları, vurgunları göre göre kendi milletlerine düşman edildi.
Buna karşı hükümetler ne yaptı? Yunan klâsiklerini, Rus klâsiklerini Türkçe’ye çevirerek Türkiye’de bir Rönesans yapılacağını düşünecek kadar basitleşti. Fabrika, baraj ve yol ile kalkınırız sandı.
Kalkınmanın manevî yönü akıllarına gelmediği için, manevî yön Nurcular, Ticanîler ve Marksistler tarafından dolduruldu. Yetişecek nesilleri millî kültürle besleyecek ders programları yapılmadı. Milliyetçiliğin en tesirli vasıtası olan edebiyat, tarih, yurttaşlık dersleri tatsız zahmetler haline kondu. Okuldan olumlu bir şey alamayan zavallı çocuklar okul dışından, yani gazete, dergi, sinema, sahne, plaj, sokak ve radyodan olumsuzu bol bol ele geçirdiler.
Hayâsızlık o dereceye vardı ki Atatürk’ün “Bir Türk cihana bedeldir”, “Türk âleminin en büyük düşmanı komünizmdir” gibi sözleri unutularak onun bir sosyalist olduğu ileri sürüldü ve yüzlerce resmi dururken karakalemle çizilip Lenin’e benzetilen resmini duvarlara asmak marifet sayılır oldu.
Kendi kültür ve tarihlerini bilmeyen, yabancı kültür ve propaganda ile beslenerek aşağılık duygusuna kapılan gençler, kafalarında bir millî kahraman olmadığı için odalarını Türk büyüklerinin değil de Mao, Stalin, Ho, Lenin vesairenin resimleriyle süslediler. Orta Asya’da yok edilen Türkler onları hiç ilgilendirmezken Vietnam’da, Afrika’da ölen insanlara ağıtlar yazdılar.
Bu kafadaki gençlerin daha da çoğaldığını düşünün. 20-30 yıl sonra devletin her kademesinde bunlar bulunacak. Hayatın gerçekleri diye belledikleri herzelerin sonucu olarak oy birliği ile “Türk Halkları (!)”nı Sovyetlerle birleştirirlerse bunda şaşacak bir taraf kalır mı?
Milletler böylece, millî değerleri çürütülerek, birbirine düşman edilerek, yabancı ülkülerin propagandası yapılarak, mazi unutturularak, dili bozularak, gençleri iptidaileştirerek çökertilir. Ve öylede olmakta değimli?
Orkun yazıtlarındaki öğüdü unutmayalım:
GÜNÜMÜZDEKİ ACILAR
HATIRLAMAK İSTEMEDİĞİM GEÇMİŞ TARİHİN UTANÇ VEREN YÜREK YARASI OLAYLARI ANLATTIM
Tarihin utanç veren hatalarını ve aziz milletime yapılan alçaklıkları düşündükçe çok ağır geliyor üzülüyorum.
Bundan sonra iyi gün görmesini istediğim cefalı milletim için “DEĞİŞİM ve YÜKSELİŞ” derneğini kuruldu ve bu vatana artık kimse ihanet edemeyecek. Derneğimiz 30.Mayıs.2024 tarihinde kurulmuştur. Derneğimizin tanıtım yazısı aşağıdaki gibidir:
Derneğimizin amacını anlatmaya başlamadan önce, özellikle şunu baştan belirtmek istiyorum. &8239;
“DEĞİŞİM ve YÜKSELİŞ”
İLE NELER YAPACAĞIZ
Derneğimiz hiçbir siyasi partinin arka bahçesi, yan veya ön bahçesi değildir. Yine derneğimiz hiçbir siyasi partinin karşısında da değildir. Biz mevcut sistemin aksaklıklarını, demokrasinin bölen parçalayan taraflarını gidermeyi amaç edinmiş bir topluluğuz. &8239; &8239; Yıllardır bir türlü istenen bir birlikteliği sağlayamamamızın sebeplerini ortadan kaldıracak öneriler ortaya koymaya çalışacak bir derneğiz. &8239; &8239; Milletimiz kavgadan, didişmeden, karşılıklı suçlamalardan bıkmıştır. Biz şimdi demokrasinin en kötü dönemlerinde adaletsizlikleri, global sömürüleri ve emperyalizmin oyunlarını görmeye başladık, ancak bunlarla mücadele etmede gerekli olan uyanışı yaşayamıyoruz. Öyle ki farklı cümlelerle aynı şeyleri söylerken bile tartışıyor, kavga ediyoruz. Bu çok benimsediğimiz demokrasi sayesinde ayrışmaya, kamplaşmaya öylesine alışmışız ki sadece farklılıklar üzerinde durup bunları büyütmeyi marifet olarak görüyoruz. &8239; &8239; &8239; Ve bu tablolar karşısında hiç düşünmüyoruz? Halbuki milletlerin ve devletlerin amansız bir mücadele içinde oldukları bu dünyada birlik olmanın en büyük güç olduğunu hatırlayarak hareket etmek mecburiyetinde olduğumuzu artık bilmek zorundayız. &8239; &8239; Biz Değişim ve Yükseliş Derneği olarak “Tamamlama” esasına dayalı, birlik ve beraberliği öngören ve kısaca “Birlikte Yönetim, Birlikte Denetim” diye isimlendirebileceğimiz, mecburi koalisyon, büyük ittifak, büyük birlik, Türkiye Büyük Millet Meclisi Koalisyonu olarak bahsedebileceğimiz bir siyasi sistemi tartışmaya açmak istiyoruz. &8239; &8239; İlk etapta üç ana konuyu ortaya koymak istiyoruz. Bir önerimiz şudur: Her önüne gelenin Cumhurbaşkanı, Milletvekili, Belediye başkanı adayı ve siyasi parti kurucu üyesi ve yöneticisi olmasını önleyecek bir Güvenlik Soruşturma Merkezi kurulmasıdır.&8239;&8239;Özetle kırk yıla yaklaşan bölücülerle olan mücadelemizin artık gözden geçirilmesi ve asıl atladığımız “İdeolojik mücadele” konusunun ciddi manada ele alınmasının vakti geldi de geçmektedir. İkinci önerimiz şudur: Mesleklere dayalı “Uzman Bir Meclis”in oluşması. Hepimiz bilmekteyiz ki bir toplum ancak meslek sahipleri ile ayakta durmakta ve yükselmektedir. &8239; &8239; Her mesleğin kendine göre bir önemi vardır. Bir toplumu altı sosyal dilime ve bu sosyal dilimlerin içinde yer alan mesleklere göre tanımlayabiliriz. Çünkü millet her şeyden önce sosyolojik bir kavramdır. &8239; &8239; İşte bizim önerimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu altı sosyal dilime; İşçi, köylü, esnaf, memur, işveren ve serbest meslek mensuplarının içinde yer alan meslek mensuplarına göre oluşmasıdır. Bunun için de ciddi bir çalışma ve düzenlemeler yapmak lazımdır. Mesleklere göre oluşmuş uzman bir meclis, toplumun bütün sorunlarının iktidar muhalefet ayırımı yapılmaksızın çözülmesi demektir. Uzman bir meclis bloklaşan gereksiz muhalefet ve iktidar ayırımını da büyük ölçüde ortadan kaldıracaktır. &8239; &8239; Asıl muhalefeti ve önerileri meslek kuruluşları ve bunlarla birlikte Meclis’teki milletvekilleri parti esasına göre değil mevcut sorunlara göre muhalefet yapacak ve meclis de imkanlar ölçüsünde bu önerileri hayata geçirecek, kanunlaştıracaktır. Bugüne kadar gördüğümüz muhalefet, sorunları çözmeden ziyade sadece kamplaşmaya, bölmeye ve parçalamaya yönelik olmuştur.&8239; &8239; &8239; Sorunları çözmeye yönelik muhalefet örneklerini çok nadir olarak görmüşüzdür. “Aşık atışması”ndan öteye geçemeyen kısır sataşmaların toplum hayatına kazandıracağı hiçbir şey yoktur. Biliyorsunuz zaman zaman siyasi partilerimiz açıklama yapmaktadırlar. “Kadın kontenjanımız 20 dir, otuzdur” diye. Bu kontenjanları ayırabilen siyasi partilerimiz mesleklere göre de aday belirlemesi yapabilirler. Tarımın, hayvancılığın, köylerin sorunlarını köylüden daha iyi kim bilebilir? Mesela siz basın mensuplarının sorunlarını sizden iyi kim bilebilir? Demokrasi halk iradesi midir? Yoksa para ve forsu elinde bulunduranların rejimi midir? Buna paralel olarak bir önemli teklifimiz de şudur: Oluşan uzman bir mecliste denetim ve yönetimde birlikte hareket edilmeli ve demokrasinin bölen parçalayan özellikleri ortadan kaldırılmalıdır. Partizanlığa son verilmelidir. &8239; &8239; &8239; Hepimiz yıllardır bir tiyatro içinde yer almaktayız. Her iktidar döneminde muhalefet iktidarı partizanlıkla suçlamakta ama aynı muhalefet partisi veya partileri iktidar olduklarında da bu sefer muhalefette düşenler partizanlığı gündeme getirmektedirler. Ve biz de hepimiz bu oyunun oyuncuları olmaktayız. &8239; &8239; &8239; Şimdi soralım.
Bugünkü iktidar partizanlık yapıyor mu? Evet yapıyor.
Dünkü iktidarlar partizanlık yaptılar mı? Evet yaptılar.
Yarınlarda partizanlık olacak mı? Evet böyle giderse partizanlık devam edecek. Çünkü demokrasinin en kötü tarafı partizanlıktır bu demokratik ürünü her siyasi iktidar kullanmak zorundadır. &8239; &8239; &8239; Bu durum sadece A partisi veya B partisi ile izah edilemez. Partizanlık liyakatli yöneticileri arka plana iten, istişareyi ortadan kaldıran, toplumsal fayda yerine belli bir kesimlere imkanlar sunan ve neticede “Adaletli Yönetim” i büyük ölçüde zedeleyen bir özellik taşımaktadır. Ve partizanlık bugün en iyi rejim olan demokrasiyi yerin dibine sokan ve aydınları ve düşünürleri yeni arayışlara sevk eden çok kötü bir araçtır. &8239; &8239; &8239; Demokrasi artık Batı ülkelerinde de sorgulanmaya başlanmıştır. Aydınlar, yazarlar demokrasiyi gelir dağılımı, kurumların aşınması, devlet ve bazı çürümeler açısından irdelemeye ve hatta iyileştirme çabalarının bir sonuç veremeyeceği noktasında fikirlerini ortaya koymaktadırlar.&8239; &8239;&8239; Bize göre de demokrasinin meydana getirdiği bütün menfilikler partizanlığın önlenememesine bağlıdır. Mesela devletin kuruluş ve işleyiş amacı ve bu amaç doğrultusunda oluşmuş olan ideolojisi milli çizgideki her fikir ve ideolojiyi bünyesinde bulundurabilecek bir özellikte olmasına rağmen Cumhuriyet döneminde her iktidar devleti ele geçirmeye çalışmıştır. Halbuki devleti bir ideolojinin ya da sadece hükmetme açısından bir siyasi partinin mensupları tarafından ele geçirme çabaları çok yanlıştır ve bu durum devletin kuruluş ve işleyiş amacından sürekli uzaklaştıracaktır. &8239; &8239; Partizanlık bu açılardan da tehlikeli ve zarar verici bir silahtır. Demokrasinin elimize verdiği bu zararlı silahı ortadan kaldırmak lazımdır. Demokrasinin elimize verdiği bu zararlı silahı ortadan kaldırmak sadece bir siyasi iktidarı suçlamak açısından “Parti devleti” istemiyoruz demekle olmaz. Demokrasinin bu zararlı ürününü bertaraf etme yollarını araştırmak, bulmak ve ortaya koymak lazımdır. &8239; &8239; Milletimizin duygularıyla oynayıp onları da partizanlık çizgisine çekip sadece mevcut iktidarı değiştirmeye yöneltmek doğru değildir.&8239; &8239; &8239;BU DEMOKRASİYİ SORGULAMALIYIZ. YENİ BİR SİSTEM, YENİ BİR DÜZEN KURULMASI İÇİN ÇABA SARF ETMELİYİZ. BUNU AZİZ VATANIM ve ÇOK KIYMETLİ MİLLETİM ve ONUN NESLİNİN GELECEĞİ İÇİN ÇOK İSTİYORUM.&8239; &8239; Hiç düşünüyor muyuz?&8239; Ayrılıkçı partiler hariç diğerleri neden birlikte bu ülkeyi yönetmiyorlar? Niçin sürekli birbirlerini kötülüyorlar? Niçin kavga ediyorlar? Evet niçin kavga ediyoruz? Amaç, bu ülkeyi en iyi şekilde yönetmek ise niçin aynı yolda yürünmüyor?&8239; &8239; Evet BU DEMOKRASİYİ ARTIK SORGULAMAK VAKTİ GELMİŞTİR. BIRAKALIM SİYASİ PARTİLERİMİZİ SORGULAMAYI, SİSTEMİ SORGULAYALIM.&8239; &8239; Bizim Değişim ve Yükseliş Derneği olarak bu noktada ileri sürdüğümüz tezimiz şudur. Mesleklere dayalı uzman bir meclis oluşturduktan sonra ülkenin, meclise giren bütün siyasi partilerce birlikte yönetilmesidir.&8239;
&8239;
Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilebilir. Ancak seçilen Cumhurbaşkanı hemen partisinden istifa ederek bağımsız olmalıdır. Sonra da kabinesini Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan siyasi partilerden milletvekili sayıları paralelinde seçmelidir. Yani başka bir tabirle ülkemiz “Milli koalisyon” ile yönetilmelidir.&8239;&8239; &8239; Ötekileştirirsiniz. Onun için bu değişik siyasi partileri sadece yarışma sahnesinde görecek ülke yönetiminde müşterek hareket etmelerini sağlayacak sistemi kurmak zorundayız.&8239; &8239; Adaletle yönetmenin önündeki tek engel bugün demokrasinin bölen, parçalayan özelliği ve bu paralelde bizim elimize verdiği “Partizanlık”tır.&8239; &8239; Derneğimiz, uzman meclis ve milli koalisyonu partizanlığı geriye itecek yol olarak görmektedir. Özetle derneğimiz yeni bir siyasi sistem, yeni bir düzen için çalışacaktır. Bu görüşlerle bize katılmak isteyen herkese kapımız sonuna kadar açıktır.
BU MESELE VATAN MESELESİ HERKESİ GÖNÜLDEN DAVET EDİYOR BEKLİYORUZ.
AZİZ ve ÇOK DEĞERLİ MİLLETİME SAYGI, SEVGİ ve DUALARIMLA
MUSTAFA METE ÖZPINAR
__________________25. KASIM. 2024_________________
|