MANEVİ ÜSTÜNLÜĞÜ OLAN ASİL MİLLET
Mustafa Mete ÖZPINAR
MANEVİ ÜSTÜNLÜĞÜ OLAN ASİL MİLLET
KONUYA BAŞLARKEN: Türkler ALLAH tarafında bütün kavimlere üstün kılındı.” “Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır. Onlara derdini dinletebilmek için ve bu surette her arzuya nail olabilmek için Türkçe öğrenmek lazımdır.” “ Türk dilini mutlaka öğreniniz. Zira mülk ve saltanat uzun süre onların olacaktır.”
Türk milliyetçisi Ali Şir Nevai (1441-1501) Türk edebiyat tarihinde müstesna bir mevkii olan eserinde (Lisan al Tayr, Ferhat ve Şirin, Sedd-i İskender) Türk dili edebiyatı bayrağını yükseltmekle kılıç kullanmadan fetihler yaptığını, Çin settinden Tebriz’e kadar bütün Türk toplumlarına bir ortak milli kimlik verdiğini söylerken geniş Türk âlemine işaret etmekle kalmıyor, Türk toplumlarının öz dillerine; Türkçeye önem ve öncelik vermelerinin, ortak bir edebi dil geliştirmelerinin Türklüğün kıtasal ebatta bir coğrafya üzerinde millet olarak varlık ve birliklerini, egemenliklerini koruyabilmeleri için elzem olduğunu da hatırlatıyor.
Hive hanı Ebulgazi Bahadır Han’ın (!603-1663) Secere-i Terakime, Secere-i Türkî adlı eserleri de hanlıklar devri Orta Asya’sında, Türkistan’da siyasi birlik olmasa dahi Türklüğün soy, dil ve tarih birliği fikrinin, Türk Dünyası fikrinin canlı olduğunu göstermektedir. Ebulgazi Bahadır Han’ın çağdaşı bir Fransız devlet adamı, kralına ve hükümetine sunduğu raporda (1625) Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun Hıristiyan devletlerinin tümünün oluşturacağı bir koalisyon tarafından dahi yenilemeyecek kadar güçlü olduğunu ifade eder.
Ancak, anılan tarihlerde Osmanlı İmparatorluk yönetimini Türk varlık ve menfaatine öncelik veren bir iç ve dış siyaset anlayışına sahip olduğu söylenemez. Değerli bir düşünür ve yazar olan Ebulgazi Bahadır Han bu gerçeği de fark ederek Osmanlı hanedanının, Türklüğe, kendi kavmine bir hayrı kalmadığına işaret etmiştir.
Türk toplumlarında Türk dünyası fikri hayli gecikmiş olarak Türklük camiasının büyük bölümü ile esarete sürüklenmelerinden, Türkiye Türklüğünde de Osmanlı İmparatorluğu’nun ağır darbelere maruz kalarak parçalanma ve çöküşünde Osmanlı terkibindeki gayrimüslim ve Müslim kavimlerin kanlı ayrılık hareketlerinden sonra filizlenir.
Bu gecikmenin elem verici sonuçları bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi M. Kemal Atatürk de Türk âlemi fikri aşkla bağlandığı, liyakatle temsil ettiği Türk milli kimliği, Türklük şuuru kadar güçlüdür.
Ancak, yüce önder insanlık tarihini milli tarihi derinlemesine bilen dahi bir asker, diplomat ve devlet adamı olarak yaşanan durumu, koşulları objektif değerlendirir. Türk âleminin halinden elem duyar. Ancak icraatta duygusallığa kapılmaz. Geleceğin fikri temellerini inşa eder.
Sömürge imparatorluklarının yıkılmaya mâhkum olduklarına kardeş Türk toplumlarının, ülkelerinin mutlaka kurtulacaklarına işaret eder. Türkiye Türklüğünün bu kutlu hedefe erişme hususunda milli, insani, kültürel görevlerini vurgular.
Türk kültürel kimliğine mensup kavimler 85 milyon kilometre kare genişliğindeki dünya adasının; eski dünya coğrafyasının yerleşmeye, yaşamaya, uygarlık geliştirmeye müsait 55 milyon kilometre kare genişliğindeki büyük bölümüne uzun süre egemen olmakla beraber Türk âlemi, Türk dünyası, Uluğ Türkeli diyebileceğimiz coğrafya eski dünyanın kalpgah bölgesini de içine alan Avrasya bloğu uzun eksenine, tarihin coğrafi eksenine hâkim olan merkez alanıdır.
Günümüzde de Türk âleminin, Türk dil ve kültür coğrafyasının temel kitlesini, Türklüğün egemen çoğunluk konumunu koruduğu bölgeyi Trakya ve Anadolu ile jeopolitisyenlerin kalpgah adını verdiği Türk ve dünya tarihine eksen olan Avrasya bloğunun geniş merkez alanı oluşturmaktadır. .TARİHİ SÜREÇ; Milletlerarası hayat sahnesinde bağımsızlık, egemenlik, saygınlık, nazım güç olma kuvvet üstünlüğüne dayanır. Kuvvet üstünlüğünü son iki yüzyıl içinde eşitleyemeyeceği, dengeleyemeyeceği ölçüde hasım ve rakip güçlere, bu güçlerin oluşturduğu koalisyonlara kaptıran Türk dünyası parçalanmış; Türk Milleti pek ağır kayıplara uğramış, yıkıcı ve yıpratıcı baskılar altına girmiş, yok edilme tehlikesine maruz kalmıştır.
Böyle bir durumun ve sonucun doğmasının önde gelen sebepleri öncelik sırasına göre şöyle özetlenebilir.
a. Türk dünyasında Türk varlığına ve gücüne dayalı olarak kurulan devletlerin Türklüğün ortak meşru menfaatlerine uymayan, uzun vadede Türk kültür birliğini, Türk varlığını yıpratan, tüketen, Türk toplumlarını birbirine yabancılaştıran gayri milli politikalar izlemeleri; Türk dünyasında vatan, soy, dil, kültür ve kader birliği şuur ve emelinin zayıflaması.
b. Türklüğün bütün dünya ile tek başına savaşa sürüklenerek gücünün dağıtılmış ve yıpranmış olması, c. Türk toplumlarının milli birlik tesisinden evvel evrensel çok uluslu devlet yapılarını kurmaya ve korumaya yönelmiş olmaları, d. Türklüğün, temsilini ve savunmasını yüklendiği İslam medeniyetinin kireçlendiğini, donduğunu, yenilenmeye, gelişmeye ve güçlenmeye engel oluşturduğunu görmekle ve gerekli tedbiri almakta gecikmesi.
Bu medeniyeti duraklamış olduğu noktadan yaratıcı bir hamle ile yükseltip yenileyip geliştirememesi; rakip ve hasım çağdaş medeniyete karşı konulamaz üstünlük sağlayan esasları kavrayıp – hiçbir dinin, soyun, kıtanın tekel ve imtiyaz iddiasına hak taşıyamayacağı- müspet bilim, teknik ve teşkilatların daha mükemmelini süratle üretmeyi gerçekleştiremeyişi,
Böyle bir durumun yarattığı sürecin sonunda önce bütün dünya denizleri, okyanuslar ve yeni kıtalar batılı Hıristiyan güçlerin eline geçmiş daha sonra eski dünya üzerinde üstün konumdaki Türk gücü, Türk İslam âlemi giderek ağırlaşan ve tahripkarlığı artan bir kuşatma ve baskı çemberine alınmış, sonra derinliğe nüfuz edilerek, dünyanın geri kalan bölümleri gibi Türk ve İslam ülkeleri de istila edilmiş, sömürgeleştirilmiştir.
Türklük bu felaketli süreç içinde sadece koruduğu, yönettiği ülkeleri değil, öz vatan topraklarını da kaybetmiş ve binlerce yıldan beri Türk yurdu olan ülkeler üzerindeki Türk varlığı vahşi bir soykırımla, cebri göçle, dil ve din değiştirmeye zorlanarak tüketilmiştir.
Türklük Balkanlardan, güneydoğu ve doğu Avrupa’dan, Karadeniz kuzeyinden; Kıpçak elinden, İdil-Ural sahasından kanlı bir şekilde sökülüp çıkarılmış, Sibirya derinliğinde tüketilmiş, Kafkas coğrafyasında; orta Türkeli’nde, Azerbaycan’da zayıflatılmıştır. Çin’in batıya, kuzeye taşması ile de tarihi Büyük Hun, Göktürk yurdunun doğusu ile Doğu Türkistan kaybedilmiştir.
Türklüğün sadece beşeri, canlı varlığı değil, medeniyet eserleri, abideleri, mabetleri, mezarları dahi talan edilmiş, yıkılmış, yok edilmiştir.
Türklüğün Hint alt kıtasındaki İslam öncesi ve İslam dönemi egemenlik devirlerinin bu coğrafyada Türk varlığı namına ebedi bir kazanç, ebedi bir iz bırakmadan, Türkçe konuşan, kendini Türk varlığına, Türk âlemine mensup sayan bir köy, bir kasaba, bir mahalle bırakmadan sona ermesinin karşıt güçlerin eylem ve emeği olmaktan çok bu alt kıtada egemen olan Türk Devlet ve Hanedanlarına ait bir kusur olduğu bilinmelidir.
Bu geniş coğrafyada Türk dostu iki Müslüman devlet ve geniş bir İslam camiası doğması, kültür tarihimiz yönünden önemli bazı şaheserlerin meydana getirilmesi övünç ve kıvanç sebebi olsa dahi, sarf edilen büyük enerjinin ve akıtılan Türk kanının, tüketilen beşeri kaynakların Türk varlığı için çok yararlı kullanıldığı söylenemez.
Bu alanda hesapsızca kullanılan Türk varlığı tükenirken Anayurdun; Türk hayat ve kültür coğrafyasının doğudan Çin’e, kuzeyden Slavlığı karşı savunması ihmal edilmiş, zayıflatılmıştır. Bugün Doğu Türkistan’da yok edilme tehlikesine maruz bulunmaktadır.
Türklüğün Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da Arap dilinin başat ve yaygın hale geldiği coğrafya üzerindeki çağları dolduran gönüllü koruyuculuğu, fedakâr bekçiliği de Türk dil ve kültür coğrafyasına ebedi kazanç olacak bir şey katmadığı gibi, kalıcı dostlukla sevgi ve şükran hissi de yaratmamıştır.
29 Haziran 2025
Alanya
|