NELERİ KAYBETTİK FARKINDAMIYIZ?
Mustafa Mete ÖZPINAR YAZDI NELERİ KAYBETTİK FARKINDAMIYIZ?
KONUYA ÜZÜLEREK BAŞLARKEN ; Muhsin İlyas subaşı hocam anlatıyor. Bizim neslin beslendiği ana kaynakların başında, öyle sanıyorum ki “köy odaları” gelir. Güz aylarında başlayıp uzun kış gecelerinde, köyün ya da mahallenin ergin insanları bir araya gelir sohbet ederlerdi.
Bu sohbetlerin besleyicisi ise, ‘Siyret’ adını verdiğimiz kahramanlık hikâyelerinden oluşan, destanımsı anlatımlardı. “Halk İrfanın” açık öğretim okulları gibiydi buralar. “Kesikbaş” hikâyesini, “Kan Kalesi” cengini, “Hayber Savaşı”nı, “Kerbela Vakası”nı, “Kerem ile Aslı”yı, “Leyla ile Mecnun”u “Köroğlu” kıssasını buralarda dinleyerek öğrenmiştik.
Bu eğitim tarzı, imanla kahramanlığı, saygıyla hoşgörüyü, kendine güvenle fedakârlığı, güven duygusuyla bölüşmeyi, imece yoluyla birlikte sorumluluk yükümlülüğüne kavuşmayı ruhumuza işliyorlardı. Bizim insanımızdaki bu üstün karakter örgüsü buralarda, bu yolla sağlanıyordu. Kadınımızın gerektiğinde çocuğunu feda edercesine cepheye taşıyan iradenin beslendiği aşk bu doğal erdemliliğimizdi. Batılı gezginlerin, bir asır öncesine kadar ülkemizde gelip gözlemlediği en önemli faziletimiz bunlardı.
Ana sütümüz mesabesinde olan bu irfan alanlarını iki şey budadı:
Birincisi; Avrupa’ya çalışmaya gidenlerin dönerken getirdikleri ve daha sonra bizde üretilip yaygınlaştırılan televizyonlar.
İkincisi ise; denetimsiz göçle şehirlere taşınıp varoşların serseri mayınları haline getirilen insanlarımız oldu.
Hadi, gelişmenin getirdiği erozyonun önünde duramazdık. Televizyon varsa, alıp kullanacaktık. Araba varsa, binip sürecektik. Sinemalar varsa gidip izleyecektik. Ancak bunlara kural koymamız gerekirdi, bunu yapamadık.
Şehir sosyolojisi insanları sorumsuz, başıboş, kendine yetmeden dünyaya idareye heveslenen maceraperest haline getirdik. Şimdi parklarda, bahçelerde, hatta kalabalıklar arasında yürürken durup kucaklaşan ve öpüşenlerin bakmaya utanmazsanız, hayâsızlığını teşhir eden gençlerin ahlak ve hukuk tanımaz iğrençliğini görürsünüz.
Şehirler aslında ortak duyarlılık alanlarının eğitim alanları olmalıydı. Köyde kaybettiğini şehirde bulma idealini insanımıza veremediğimiz için, yoz bir toplum, hatta kalitesiz bir sürü haline dönüştürüldük.
Bütün bunlar, o kaybedilen oda irfanının kefareti olarak bizim ahlakı değerlerimize ödetilmektedir. Türkiye’yi kalkındırma derdinde olanların, dikkate almadığımız, daha derinlere de giderek o ‘Çadır Kültürü’ dediğimiz step hayatından başlayarak, odalardan şehirlere taşınan kader yolculuğumuzu iyi programlamaları gerekirdi.
Odaların o diriltici ruhaniyetini kaybederken şehirler insan yığınlarının refah alanı değil, yozlaşma alanı haline getirilirse, bütünlüğümüzün uğrayacağı tehdidin faturası ağır olabilir.
30. 10. 2024 ALANYA
|