OSMANLI DÖNEMİ TÜRKLER ve İSTİLALAR
Mustafa Mete ÖZPINAR
OSMANLI DÖNEMİ TÜRKLER ve İSTİLALAR
KONUYA GİRİŞ:: 13. yüzyılda Moğol istilasıyla Akkoyunlu ve Karakoyunlu Oğuzları da Anadolu içlerine geldiler. Selçuklular medreseleri ülke çapında yaygınlaştırarak halkı Sünnileştirmek istiyorlardı. Ancak Türkmenlere karşı izlenen dostça olmayan politikalar, Eski Türk Dini’ndeki kolaylaştırıcı unsurların da etkisiyle, özellikle kırsal kesimde Şii yanlısı Batıni hareketler Haçlı seferleri ve Moğol istilası döneminde daha da çoğaldı.
Bir yanda ‘resmi Sünni medrese Müslümanlığı’ diğer yanda göçebe ve köylü unsurlar arasında ve şehirlerin alt tabakalarında yaygın olan eski inançların ve Batıniliğin ciddi etkilerinin görüldüğü ‘halk dindarlığı’ vardı. Şamani ve Şii akideleri, mehdi inancıyla birleştiren Babaların halkı isyana çağırdığı ‘Babai Kıyamı’ bu zeminde ortaya çıktı. Böylece Anadolu’da halk arasında, çok yaygın bir Hz. Ali ve Ehlibeyt-i Nebevi sevgisi ortaya çıktı. Bu özellikler sadece Şii eğilimlerde değil tüm halkta görülüyordu. 16. yüzyıl başlarında Anadolu’nun güneydoğusunda büyük çoğunlukla Türkmenler hâkimdi. Türkmenler; Türk kökenli olduğu, Türkçe şiirler yazdığı ve İslamiyet’in Maturidi kolundan geldiği için Şah İsmail’i seviyorlardı. Yavuz Selim, Şah İsmail’i yendikten sonra onun Türkmenler ile ilişkisini kesmek istedi.
Yavuz, sınır boylarındaki köy ve kasabalara Kürtleri yerleştirerek sızmaları önlemeyi amaçladı. Özellikle Irak’ın kuzeyine yerleşmiş olan Kürtleri savaş ile birlikte Türkmenlerden boşalan köy ve yerleşim bölgelerine getirerek sınır güvenliğini sağladı ama kökleri bugüne gelen sorunların da temeli atıldı. Çaldıran’dan sonra İran’daki Türklük giderek Farisi-İslami kültürün etkisi altına girerken, Doğu Anadolu topraklarındaki kargaşa ve tüm ülkeyi saran Alevi-Sünni çekişmesi Türk coğrafyasına yayıldı.
16. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı genişlemesinin zirveye ulaşmış ama imparatorluk içeriden çürümeye başlamıştı.Medrese programlarından müspet ilimler yavaş yavaş çıkarılmış ve 17. yüzyıldan itibaren medreseler sadece dini eğitim veren kurumlar haline gelmiştir.
İlmiye alanındaki mevki ve rütbeler babadan oğula geçmeye başladı. Ulema sınıfındaki bu yozlaşma fetva makamını da etkiledi. 1580’de Şeyhülislam Ahmet Şemsettin Efendi’nin verdiği fetva ile İstanbul Rasathanesi yıkıldı, ulemanın reddetmesiyle matbaa Türkiye’ye asırlar sonra girebildi.19. yüzyılda din adamlarının toplandığı ilmiye sınıfı Osmanlının modernleşmesiyle nüfuzunu kaybetmekte ve laik müessese ile yaşam savaşı ve rekabet içindeydi. Tanzimat yönetimi tekke ve medreseyi barıştırmak, bir araya getirmek ve bu suretle tarikatlar üzerinde de kontrol kurmak istiyordu. Tarikatlar üzerindeki kontrol görevi için Nakşibendîler ve Mevleviler tercih edildi.
Müslüman halkın gözünde ‘kafir’ olan batıya yönelme, batının gelişmelerini alma denilen ‘Batılılaşma’ hareketi, Genç Osmanlıların faaliyeti, Türkçülük akımı ve dış güçlerin müdahaleleri ile Müslümanlar arasında bu hareket ve olaylara karşı tepki uyandırıldı.İslamcılık fikri, sistemli bir şekilde 2. Abdülhamit döneminde belirginleşip ortaya çıkmıştır. İslamcılar, Osmanlı Devleti’nin çöküşünü İslam’ın esasları ve kurallarından ayrılmaya bağlıyorlar ve devletin kurtarılabilmesi için yine İslami esaslara dönülmesini şart görüyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’nda Ortadoğu’da Arapların İngilizler ile işbirliği İslamcılık düşüncesini zayıflatmıştır.
Yeni dinin buyrukları ile Türk töresi ve kültürü arasında uyum ihtiyacı tarikatların doğuşunu hazırlamıştır. Bu dönüşüm özellikle 11. yüzyıldan itibaren Türk bilim odağının yavaşlaması ve düşünce odağının öne çıkması ile belirginleşti. Gazali’den 900 yüzyıl sonra bugün dahi akıl dışılığın ürünü tarikatlarla uğraşmaktayız.Türklerin, Arapların bulunmadığı yerlerde (Anadolu) yurt edinmeleri dini konularda daha bağımsız düşünceler üretmelerine, Türk kültürünü korumalarına çok uygun bir ortam hazırladı; Türk tasavvufu, Türk hümanizmi, Alevilik, Bektaşilik serbestçe doğup, gelişti.
Orta Asya’dan Osmanlı İmparatorluğu’nun sonuna kadar yaşananlar 1918 yılında sona ermiştir. Bu noktada başlatılan bağımsızlık ve çağdaşlaşmayı içeren Türk Devrimi ‘bağımsız, egemen ulus-devletin’ kurulmasını amaçlamıştı. 1923 yılında Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiğinde Osmanlı’dan on milyon civarında bir nüfus kitlesi intikal etti. Yüzyılların bakiyesi olan bu insanlar 1912-1922 arasında tam on yıl süren ve birbiri ardınca sıralanan üç büyük harbe katılmışlar, bu harplerin getirdiği acı ve sıkıntıyı derinden duymuşlar ve nihayet ‘kurtuluş’u gerçekleştirmişlerdi. Atatürk bu ortamda; altı ilke ile açıklanan (cumhuriyetçilik, halkçılık, inkılâpçılık, milliyetçilik, laiklik, devletçilik) düşünce sistemi dâhilinde; akla ve bilime öncelik tanıyan bağımsız egemen ulus-devleti kurmuştur.
24 TEMMUZ 2025.
ALANYA
|