VATAN SEVDASI
Mustafa Mete ÖZPINAR
_______________Y A Z D I_______________
VATAN SEVDASI
KONUYA BAŞLARKEN: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Al-i İmran, 3/103)
MUHTEREM VATAN EVLADI OKURLAR
Dünyada huzur ve güven içerisinde yaşayabilmek, dinimizin gerektirdiği ibadetleri serbestçe yapabilmek için bir vatana mutlaka ihtiyaç vardır. Bir milletin var olması, varlığını devam ettirebilmesi ancak vatanına sahip çıkmasıyla mümkündür. Milletleri ayakta tutan ve toplumun birlik ve beraberliğini sağlayan ahlâkî değerlerden biri de hiç şüphesiz vatan sevgisidir.
Vatan; insanın halen&8239; üzerinde yaşadığı, geçmişin acı ve tatlı hatıraları ile avunduğu, istikbale ümitle baktığı, kısacası her üç zamanı da idrak ettiği bütün bir mekandır. Bir toprak parçasının vatan olabilmesi kolay değildir. Yüzlerce yıl yurt edinilen, uğrunda şehitler verilerek kanla yoğrulan toprak parçası vatandır. Uğrunda can verilen ve üzerinde bir medeniyet kurulan yerdir vatan. Yoksa uğrunda kan akıtılıp can verilmeyen toprak parçasının adı vatan değildir.
Ünlü şâir Mithat Cemal KUNTAY, bu gerçeği şöyle dile getirir.
Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa; Vatandır.
Atalarımız dünyanın en güzel ve bereketli topraklarını vatan olarak seçmişler ve bize emanet etmişlerdir. Bu cennet vatanı yüzlerce yıl ecdadımız canları ve kanları pahasına korumuşlar ve binlerce abide dikerek üzerinde bir medeniyet kurmuşlardır. Bu vatanın, bu millete ait olduğunu camileri, türbeleri, çeşmeleri, sarayları, mezar taşları, hanları ve hamamları ile adeta tescil etmişlerdir.
Vatan, bütün kutsal değerlerimizin toplandığı yerdir. Artık o, bir toprak parçasından çok, tüm manevi değerlerin yaşandığı bir ortamdır. Zira sevgiler onun kucağında yaşanmış, ocaklar onun kucağında tütmüş, acı-tatlı bütün hatıralarımızda onunla birlikte olmuşuzdur. O, bizim için bir bahçe, bir nehir, düşmanlara karşı savunduğumuz bir kale, istirahata çekildiğimiz bir huzur evi gibidir. Kısacası o bizim için her şeydir. Minaresine çıkıp ezan okuduğumuz camimiz, ağacına çıkıp meyve yediğimiz bahçemiz, göklere el kaldırıp dua ettiğimiz mabedimiz, kısaca canımızdan çok sevdiğimiz varlığımızdır. Onun için ne yiğitler, ne babalar ve ne dedeler canlarını ve kanlarını feda etmişlerdir. Onun uğruna şarkılar bestelenmiş destanlar yazılmış, türküler yakılmıştır. O, bütünüyle bir milletin sesi olmuş, hepimiz bir ağızdan onun marşını gür bir sesle okullarımızda ve kışlalarımızda söylemişizdir.
Vatan olmaksızın millet, millet olmaksızın da devlet olamaz. Bir milletin varlığı, vatanın varlığına, aynı zamanda hür ve bağımsız olmasına bağlıdır.
Vatan ve vatan sevgisinin mukaddesliği, milletimizce en yüce seviyeye yükseltildiği tarihen tasdik edilmiş bir gerçektir. Öylesine ispat edilmiştir ki, her karış toprak kanla yoğrulmuş, masum yuvalara namahrem eli değmemesi için milyonlarca can feda edilmiştir. Bu vatanın mübarekliğine dikkat çeken Mehmet Akif mısralarında şöyle der:
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda!
Canı cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.
Vatan sevgisi, memleket sevgisi, Yüce Allah`ın insanların kalbine koyduğu fıtri birduygudur. Zira her insan doğduğu, dünyaya gözlerini açtığı, yerleştiği, hayatının pek çok hatırasını yaşadığı, tarih ve kültürünün şekillendiği, akraba ve atalarının yaşadığı yere karşı ayrı bir sevgi ve ilgi duyar. Oradanuzaklaştığı zaman özlemle kavuşmayı arzu eder.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de her insan gibi, doğup büyüdüğü, türlü zorluk ve sıkıntılarına rağmen çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği şehri seviyordu. Müşriklerin insanlık dışı baskı ve zulümlerine, şiddetli eza ve cefalarına maruz kaldığı halde Mekke’den ayrılmak istemiyordu. Fakat daha fazla dayanamayıp ilk Müslümanlarla birlikte Allah’a kulluk görevlerini rahatça yerine getirebilmek, İslam dinini daha iyi yaşayabilmek ve yayabilmek için Medine`ye hicret edip orayı kendilerine ikinci bir vatan edindiler. Hz. Peygamber ve Mekkeli Müslümanların asıl vatanları olan Mekke’ye olan sevgi ve özlemleri de hayatları boyunca devam etmiştir.Nitekim Allah Resulü bu sevgisiniMekke`nin fethi sırasında şu şekilde dile getirmiştir: “(Ey Mekke!) Vallahisen Allah`ın en hayırlı ve Allah`a en sevimli olan beldesisin. Senden çıkarılmışolmasaydım seni asla terk etmezdim.”
Bir vatana sahip olmak ve onu korumak kolay değildir, büyük fedakârlıklar gerektirir. Şair bu gerçeği şöyle dile getiriyor:
“Bayrakları bayrak yapan, üstündeki kandır
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”
Vatan ile savunulan yalnızca üzerinde yaşanılan toprak parçası değil bir milletin sahip olduğu maddi ve manevi değerleridir. Bu mukaddes değerleri canı pahasına savunmanın karşılığı ise en yüce mertebelerden biri olan şehitliktir. Sevgili Peygamberimiz, çeşitli şekillerde şehitliğin ve gaziliğin faziletine işaret etmiş ve malı, canı, dini ve aileyi korumak uğruna öldürülen kimselerin şehit olduğunu bildirmiştir. İslam tarihi, vatanını savunurken şehit veya gazi olan cesur vatanseverlerin kahramanlık öyküleriyle doludur. Savaşlarda, özellikle sancağı koruma ve onu düşmana teslim etmeme uğruna büyük mücadelelerin verildiği görülür. Nitekim Mus`ab b. Umeyr, Uhud Savaşı`nda bunun kahramanca bir örneğini sergilemiştir. Zira sancak, bir milletin bağımsızlığını, birlik ve beraberliğini, devletin egemenliğini simgeleyen unsurlardan biridir. Bayrağın taşıdığı temsili anlamdan dolayı ona yapılacak saldırı, temsil ettiği millete yapılmış bir saldırı olarak değerlendirilir.
İslam’ın yücelmesi ve vatan müdafaası için savaşırken ölen Müslümanlara “Şehid”, yaralananlara ise “Gazi” denilmektedir. Din, vatan ve mukaddesat uğrunda şehadet şerbetini içenler, Kur’an-ı Kerim’de şöyle övülmektedir: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis onlar diridirler, Rableri katında Allah’ın, lütfundan kendilerine verdiği nimetlerin sevincini yaşayarak rızıklandırılmaktadırlar.” (Al-i İmran, 3/169)
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de gazilik unvanını almış kimselere şu müjdeyi vermektedir: “Allah yolunda yaralanan bir kimse, kıyamet gününde yarasından kan akarak Allah’ın huzuruna gelir. Renk, kan rengi, koku ise misk kokusudur.” (Buhari, Cihad, 10) Hz. Peygamber (s.a.s.) vatanı korumak için hudutlarda nöbet tutmayı en kutsal görevlerden saymıştır. (Buharî, Cihad, 72)
Sevgili Peygamberimiz (a.s.) de birçok hadislerinde vatan sevgisinin ve savunmasının önemli bir görev ve sevabı çok bir hareket olduğunu haber vermişlerdir. Bu konuda birkaç hadis zikredelim: &1575;&8239;
“Siz düşmanla karşılaşmayı dilemeyiniz; Allah`tan afiyet isteyiniz. Düşmanla karşılaştığınız zaman da sabır ve gücünüzle karşı koyunuz.”(Müslim, Cihad, 20. III, 1362. bk..Buhari, Cihad,112. IV, 9.)
“İki göze ateş dokunmayacaktır. Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri de Allah yolunda, gece vakti ( karakol) bekleyen (nöbet tutan) ve düşman gözleyen göz”(Tirmizî, Fedâilü`l-Cihâd, 12. No: 1639.&8239; IV, 175)
“Bir gün bir gece hudut boyunda nöbet tutmak, gündüzleri oruçla, geceleri de ibâdetle geçirilen bir aydan daha hayırlıdır. Vazife başında ölürse, yapmakta olduğu amelin sevabı ve rızkı devam eder ve kabir fitnesinden kurtulur.”(Müslim, İmâre, 163. II, 1520)
İçerisinde bulunmuş olduğumuz Ağustos ayının son haftasının bizler için ayrı bir yeri vardır. Bu hafta Zafer haftasıdır. Bu hafta 22 Ağustos 1922’de Afyonun düşman işgalinden kurtuluşuyla başlayan, 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruzla devam eden ve nihayet 30 Ağustos 1922’de Kurtuluş Savaşının zaferle neticelendiği bir haftadır.
Yüzyıllarca yerleşmiş olduğu ülkelere adalet götüren, hiçbir din mensubuna ayrım göstermeksizin onları bağrına basan, insanlara asla zulmetmemiş Osmanlı Devleti hatalar, gaflet ve ihanetler neticesinde güçsüz hale getirilmiş, I. Dünya Savaşıyla bağımsızlık Müslüman Milletimiz için tehlikeye düşmüş idi. İşte böyle bir zaman diliminde bağımsızlığına, vatanına, bayrağına, dinine, milletine özüne bağlı kahraman Milletimiz toparlanmaya başladı. Samsunda başlayan, Erzurum’da, ardından Sivas ve Ankara’da yapılan toplantı ve kongreler ile devam eden bağımsızlık meşalesi artık iyice aydınlanmaya başlamış ve bütün Yurdu aydınlatmaya başlamıştı.
Birinci Dünya Savaşı`ndan sonra imzalanan Mondros Mütarekesi`yle birlikte Anadolu`nun birçok vilayeti düşman birlikleri tarafından işgal edilmiştir. İşgal edilen Ülkemizde dört cephede devam eden savaşlar ile Dünyanın çeşitli yerlerinden gelen düşman askerlerine karşı Milli Mücadeleye başlanmış, şanlı milletimiz içerisinden birçok kahramanlar ön plana çıkmış, Müslüman Milletimiz Vatanını düşman ordusuna çiğnetmemiştir. Erzurum’da Nene Hatun, Kahramanmaraş’ta Sütçü İmam, İşgallerin ardından İstanbul`da yaptığı konuşmalarla halkı işgallere karşı uyandırmaya çalışan Halide Edip Adıvar, ilk direniş fetvasını veren ve örgütünü kuran Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi, Afyon Müftüsü Hüseyin (BAYIK) Efendi ve daha nice adları bilinmeyen vefakâr erkeklerimiz ve cefakâr kadınlarımız düşman işgaline karşı canla başla çalışmışlardır.
Milli Mücadelemiz bağımsızlık, hürriyet, vatan egemenlik mücadelesidir. Milli Mücadele, vatanımızın her bir ferdinin bedenliyle, yüreğiyle ve bütün benliğiyle ortaya koyduğu var oluş yok oluş mücadelesidir. Bu mücadelede kazanan, bağımsızlığını kaybetmeyen, hürriyetinin elinden alınmasın diye haşatını verip şehit olan gazi kalan, esir olmaktansa ölmeyi şeref sayanların olmuştur. Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızın daha ilk satırlarında Kahraman Milletimizin tek bir evladı kalıncaya kadar vatanı koruyacağını ne güzel dile getirmiştir.
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
O benimdir, o benim milletimindir ancak!
Milli Mücadele de en önemli yeri teşkil eden Ağustos ayının son haftasında kazanılan zafer ile artık düşman işgaline son verilmiştir. Bu mücadele sadece vatanımız için değil esaret altında yaşayan bütün dünya devletleri için bir umut olmuştur. Müslüman Halkın yakmış olduğu bu bağımsızlık meşalesi tüm dünyayı aydınlatmıştır. Sömürü altında inleyen insanlar, Milli Mücadelemizi örnek alarak kendi devletlerini düşman işgalinden kurtarma yoluna gitmişlerdir. Şair bu hususu ne güzel dile getirmiştir.
"Ecdadını zannetme asırlarca uyurdu,
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu.``
İslam Dini barış dinidir, esenlik dinidir. İslam Dininin asıl gayesi, nihai hedefi tüm insanların barış içerisinde yaşayabileceği bir dünyadır. İslam Dini savaş dini değildir. Hiçbir cana kıyılamaz. Bir ayette şöyle buyrulur.
“...Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa sanki bütün insanları yaşatmıştır..." (Maide, 5/32) Hiçbir insana -kim olursa olsun, hangi dine inanırsa inansın- zulmedilmez. Hiçbir insanın yaşama hakkı elinden alınamaz. Hiçbir insan dininden dolayı kınanamaz.
Müslümanlığı din olarak kabul eden, yukarıda ifade ettiğimiz İslam Dini ile ilgili ilkeleri benimseyen ve kültüründen getirmiş olduğu değerleri koruyan Müslüman Türk Milleti “Ölürsem Şehit Kalırsam Gazi” düsturuyla hareket etmiştir. Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızda bu hususa şöyle işaret etmektedir.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan, şüheda!
Canı, cananı, bütün varımı alsın da Huda,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Bugün sahip olduğumuz, içerisinde hür olarak yaşadığımız bu cennet vatan, kahraman atalarımızın canlarını seve seve verdikleri, şehitliği ve gaziliği şeref olarak gören bir anlayışla her karışını kanları ile sulayarak bize emanet ettikleri topraklardır. Bu topraklar bize ecdadımızın emanetidir. Bu emanet ise sonraki nesillere en güzel şekilde aktarılmalıdır. Bu sebeple her birimiz üzerimize düşen vazifeyi yerine getirmeliyiz.
Millet olarak varlığımızı korumanın, maddî ve manevî her alanda gelişip yükselmemizin yegâne şartının, millî birlik ve beraberlik olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. Bizi birbirimize düşürmek, vatanımızı bölüp parçalamak isteyen şer güçlerin oyununa asla gelmemeliyiz. Ecdadımızın bizlere emaneti olan ettiği bu vatanı, en iyi şekilde korumalı ve bizden sonraki nesillere olarak miras bırakmalıyız.
29 KASIM 2024
ALANYA
|